Bildiğiniz gibi memleketimizin ekonomisi gayet iyi gidiyor. Allah’a şükürler olsun o kadar iyi durumdayız ki, enflasyon çift haneli sayılara tırmanmak suretiyle yerlerde sürünüyor; bir kısım vatandaşlarımız ekmek mi pasta mı yesem diye düşünmekten akıl sınırlarını zorluyor. Böylece felsefi düşünme toplumumuzda hiç olmadığı kadar revaç buluyor.
İşin şakası bir tarafa hakikaten zor zamanlardan
geçiyoruz. Öfkeliyiz. Fakat bir taraftan da bu darboğazdan nasıl çıkacağız bunu
düşünmemiz gerekiyor.
Bunun için yakın tarihe bir yolculuk yapalım. 1923
yılına gidiyoruz. Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Mudanya Mütarekesiyle ateşkes
ilan edilmiş ve Lozan görüşmeleri sürüyor. Halaskar Gazi Mustafa Kemal Paşa,
henüz devletin yönetim biçiminin cumhuriyet olduğunu ilan etmeden aylar önce
İzmir’de bir kongre düzenliyor. İzmir İktisat Kongresi… Evet, yeni devletin
ekonomisi hangi temeller üzerinde bina edilecek sorusuna burada cevap
aranacaktır.
17 Şubat günü kongrenin açılış konuşmasını yapan
Mustafa Kemal Paşa; yalnızca büyük bir asker değil, aynı zamanda büyük bir
milliyetçi olduğunu bu konuşmayla bir kez daha kanıtlıyor. Yetinmiyor, yüz sene
sonra ders almamız gereken birçok konuya temas ediyor. Bunlar arasında; tarım
ve sanayiye önem vermek olduğu gibi, güçlü devlet olmanın güçlü ekonomiye sahip
bulunmaktan geçtiği görüşü de vardır.
O’nun kurduğu cumhuriyet tam bir asır sonra ekonomik
bir darboğazın pençesindedir. Ben, yine Atatürk’ten ilhamla sorunlara çözüm
bulmanın mantıklı olduğunu düşünüyorum. Bu düşünceyle, Atatürk’ün İzmir İktisat
Kongre’sini açış konuşmasını aynen aktarıyorum.
"Efendiler;
Aziz Türkiye'mizin iktisadi tealisi esbabını aramak ve
bulmak gibi vatani, hayati ve milli bir gaye-i mukaddese için bugün burada
toplanmış olan sizlerin, muhterem halk mümessillerinin huzurunda bulunmakla çok
mesut ve bahtiyarım.
Efendiler;
Uzun gafletlerle ve derin lakaydi ile geçen asırların
bünye-i iktisadiyemizde açtığı yaraları tedavi etmek ve çarelerini aramak;
memleketi mamuriyete, milleti refahiye ve saadete isal yollarını bulmak için
vuku bulacak mesainizin muvaffakiyetle neticelenmesini temenni eylerim.
Arkadaşlar;
Sizler, doğrudan doğruya milletimizi temsil eden halk
sınıflarının içinden ve onlar tarafından müntahab olarak geliyorsunuz. Bu
itibarla memleketimizin halini, ihtiyacını, milletimizin elemlerini ve
emellerini yakından ve herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin söyleyeceğiniz
sözler, alınması lüzumunu beyan edeceğiniz tedbirler, halkın lisanından
söylenmiş telakki olunur ve bunun için en büyük isabetlere malik olur. Çünkü
halkın sesi, hakkın sesidir.
Efendiler;
Tarih, milletimizin itila ve inhitatı esbabını ararken
birçok siyasi, askeri, içtimai sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok
bütün bu sebepler hadisat-ı ictimaiyede müessirdirler. Bir milletin doğrudan
doğruya hayatiyle alakadar olan, o milletin iktisadiyatıdır. Tarihin ve
tecrübenin tespit ettiği bu hakikat bizim milli hayatımızda ve milli
tarihimizde tamamen mütecellidir. Hakikaten Türk tarihi tetkik olunursa itila,
inhitat esbabının iktisadi mesailden başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır.
Efendiler;
Tarihimizi dolduran zaferler, yahut izmihlallerin
kaffesi ahval-i iktisadiyemizle münasebettar ve alakadardır. Yeni Türkiye'mizi
layık olduğu mertebe-i resanete isâl edebilmek için, behemehal iktisadıyatımıza
birinci derecede ve en çok ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Zamanımız
tamamen bir iktisat devrinden başka bir şey değildir.
Bir milletin esbab-ı hayatiyesini, refahiyet ve
saadetini teşkil eden iktisadıyatla iştigal etmemesi, edememesi nazar-ı dikkati
calib bir keyfiyettir. İtirafa mecburuz ki, iktisadiyatımıza lüzumu kadar
ehemmiyet verememiş bulunuyoruz. Bir milletin esbab-ı hayatiyesiyle iştigal
etmemesi veya edememesi, o milletin yaşadığı edvar ile ve o edvarı tespit eden
tarih ile çok alakadardır. Bunun esbabını geçirdiğimiz edvarda, bilhassa
tarihimizde arayabilirsiniz. Şimdiye kadar hakiki manasıyla milli bir devir
yaşamadık, binaaleyh milli bir tarihe malik olamadık.
Bu noktayı biraz izah edebilmiş olmak için hep beraber
Osmanlı tarihini hatırlayalım: Osmanlı tarihinde bütün gayretler, bütün mesai
milletin arzusu, amali ve ihtiyacat-ı hakikiyesi nokta-i nazarından değil;
şunun, bunun amalini, ihtirasatını tatmin nokta-i nazarından vuku bulmuştur.
Mesela; Fatih İstanbul'u zaptettikten sonra yani
Selçuki Saltanatıyla Şarki Roma İmparatorluğu'na tevarüs eyledikten sonra Garbi
Roma İmparatorluğu'na da konmak istedi. Bunun içinde bütün milleti bu hedefe
doğru sevketti.
Mesela; Yavuz Sultan Selim, Fatih'in açtığı Garb
cephesini tespit ile beraber Asya İmparatorluğu'nu birleştirerek büyük bir
İslam ittihadı meydana getirmek istedi.
Kanuni Süleyman, her iki cepheyi tevsi etmek, bütün
Bahr-i sefidi bir Osmanlı havzası haline getirmek, Hindistan üzerinde nüfuz
tesisi gibi şahane bir siyaset takip etmek istedi ve tabii bunun içinde unsur-ı
asliyi, milleti kullandı.
Arkadaşlar;
Bütün bu ef'al ve hareket tetkik olunursa, görülür ki,
bu kudretli ve azametli padişahlar, siyaset-i hariciyelerini; emelleri,
arzuları ve ihtiraslarına istinad ettirmişler ve teşkilat ve siyaset-i
dahiliyelerini, bu mevlud-i ihtirasat olan siyaset-i hariciyelerine göre,
tanzim mecburiyetinde kalmışlardır.
Halbuki teşkilat-ı dahiliyenin, siyaset-i dahiliyenin
vüs'at ve tahammül derecesinde bir siyaset-i hariciye takip eylemek mecburiyeti
vardır. Aksi takdirde felaket ve hüsran muhakkaktır.
Filhakika Osmanlı Hakanları asıl olan bu noktayı
unuttular. Bütün ef'al ve harekatlarını hayaller ve emeller üzerine bina
ettiler. "Teşkilat-ı dahiliyeyi" siyaset-i hariciyeye uydurmak
mecburiyeti hasıl olunca, zaptettikleri mahallerdeki anasırı, olduğu gibi
muhafaza mecburiyetinde kaldıktan başka onlara istisnalar, imtiyazlar
bahşettiler.
Diğer taraftan unsur-i asliyi, uzun seferlerde,
fütuhat meydanlarında dolaştırttılar ve bu suretle kendi kendini tahrib etmiş
oldular.
Bu itibarla millet, yani unsur-i asli kendi evinde,
kendi yurdunda esbab-ı hayatiyesini istihsal için çalışmaktan mahrum bir halde
bulunuyordu. Bu tacidarlar, milleti böyle diyar diyar dolaştırmakla iktifa
etmiyorlar; belki fütuhat dairesi dahiline giren halkı memnun etmek, ecnebileri
memnun etmek için, unsur-i aslinin hukukundan menabi-i iktisadiyesinden bir çok
şeyleri atiyye olarak onlara bahşediyorlardı.
Mesela Fatih zamanında Cenevizlilere verilen
imtiyazlar bu kabildendir. Nitekim bu imtiyazlarla açılan yol bilahare
kendisinden sonra tevesü etmiş bulunuyordu. Ve bu imtiyazat, devletin en
kuvvetli zamanında, vuku buluyordu ve bunlar, mahza ihsan-ı şahane olmak üzere
vuku buluyordu. Kanuni zamanında Venediklilerle bir ticaret muahedesi yapılmak
istenmişti. Padişah bunu şerefine mugayir buldu. Zira ona göre muahede, müsavi
devletler arasında yapılabilirdi. Halbuki o zaman Venedikliler bir bende
makamında idiler. Öyle olmakla beraber ona müsaadatta bulunuldu. İşte bu
müsaade kelimesi bilahare kapitülasyon kelimesi ile tercüme edilmişti. Bu,
arz-ı teslimiyete mecbur olanlar ve bir kal'a içinde mahsur olanlar arasında
kullanılan bir kelimedir.
Millet, eviyle ve esbab-ı hayatiyesiyle iştigalden
memnu olarak diyar diyar dolaştırılıyorken bu diyarlar halkı birçok imtiyazlara
malik olarak çalışıyor, yani fatihler unsur-i asliyi peşine takarak kılıçla
fütuhat yaparken, zaptolunan memalik ahalisi kazandıkları imtiyazlarla,
muhtariyetlerle sapanlarına yapışıyorlar ve toprak üzerinde çalışıyorlardı.
Fakat efendiler alelacele fütuhat yapanlar, sapanla
fütuhat yapanlara binnetice terk-i mevki etmeğe mahkümdur. (Alkışlar) Bu
bir hakikattir ki, tarihin her devrinde aynen vakidir. Mesela Fransızlar
Kanada'da kılıç sallarken oraya İngiliz çiftçisi girmiştir. Bir müddet kılıçla
sapan yekdiğeriyle mücadele etti. Ve nihayet sapan galebe çalarak İngilizler
Kanada'ya sahip oldu. (Alkışlar) Efendiler; kılıç kullanan kol
yorulur, fakat sapan kullanan kol her gün daha çok kuvvetlenir ve her gün
toprağa daha çok sahip olur. (Alkışlar)
Efendiler;
Osmanlı fatihleri, hakanları, müstevlileri unsur-i
asli ile beraber sapanın önünde mağlup olup ric'ate başladıktan sonra asıl
felaketlerin büyüğü başladı. Atiyye-i Şahane olarak ecnebilere bahşedilmiş olan
ve memleket dahilindeki gayr-ı Müslimlere verilen herşeyi hukuk-i müktesebe
telakki olundu. Fakat ecnebiler bununla iktifa etmediler; her gün bunu tevsi
için aradılar ve buldular. Anasır-ı dahiliye, muhafazaya muktedir oldukları
imtiyazata istinaden ve haricin tertibat ve müzaharetine sığınarak siyasi bir mevcudiyet
iktisabı için çalışmaktan geri durmadılar. Ecnebiler bir taraftan anasır-ı
dahiliyeyi teşvik, diğer taraftan müdahale ile devlet ve millet aleyhine yeni
imtiyazlar alıyorlardı. Bu tazyikat-ı mütemadiye altında zaten fakir düşmüş
olan anayurdu ve unsur-i asli, devlete verebilecek parayı güç tedarik
edebiliyorlardı. Fakat tacidarlar, saraylar, bab-ı aliler debdebeyi idame için
paraya muhtaçtırlar. Bunun için, bunu temin çarelerine tevessül etmiştiler. O
çarelerde harici istikrazlar akdi oluyordu. Fakat istikraz şeraitini o kadar
fena yapıyorlardı ki, bazılarını ödemek mümkün olmamaya başladı. Ve nihayet bir
gün devletler Osmanlı Devleti'nin iflasına karar verdiler ve Düyun-ı Umumiye
belasını başımıza çöktürdüler.
Efendiler;
Milletin duçar olduğu bu hazin hal ve bu sefaletin
esbabını arayacak olursak, doğrudan doğruya devlet mefhumunda buluruz.
Biliyorsunuz ki, Osmanlı Devleti saltanat-ı şahsiye ve en son beş on sene
zarfında da saltanat-ı meşruta esasına müsteniden idare-I hükümet ediyordu.
Saltanatı şahsiyede her hususta yalnız tacidarların arzu, emel ve iradeleri
hakimdir.
Milletin arzu, emel, irade ve ihtiyaçları mevzubahis
olmaktan uzaktır. Millet, amal ve iradesinden tecerrüd etmiştir. Tacidarlar
kendilerini Allah tarafından gönderilmiş bir şahsiyet-i ilahiye farzederler.
Etrafını alan menfaatperestan, padişahın zihniyet ve arzusunu bir lazıme-i
semaviye, bir lazıme-i Kur'aniye gibi herkese telkin ederler. Bu telkinat
karşısında bir gün bütün halk, bu arzu ve iradelerin bila muhakeme iradat-ı
semaviye olduğuna kani olur. Bundan tecerrüde rıza gösteren bir milletin
akibeti felaket, musibettir.
Arkadaşlar;
Son tavsif ettiğim noktada artık Osmanlı Devleti
hakikatte ve fi'len mahrum-i istiklal bir hale getirilmişti. Bir devlet ki,
teb'asına koyduğu vergiyi ecnebilere koyamaz; bir devlet ki gümrükleri için
rüsum muamelesi vesaire tanzimi hakkından men'edilir, bir devlet ki ecnebiler
üzerinde hakk-ı kazasını tatbikten mahrumdur. O devlete müstakil denilemez.
Devletin ve milletin hayatına yapılan müdahalat bundan
daha fazladır. Milletin ihtiyacat-ı iktisadiyesinden olan mesela şimendifer
inşası, mesela fabrika yapmak için devlet serbest değildi! Böyle bir şeye
teşebbüs olunursa behemehal müdahale olunurdu. Hayatını teminden aciz olan bir
devlet müstakil olabilir mi?
Osmanlı ülkesi ecnebilerin müstemlekesinden başka bir
şey değildi. Osmanlı halkı, Türk milleti esir vaziyetine getirilmişti. Bu
netice, arzettiğim gibi milletin kendi irade ve hakimiyetine malik
bulunamamasından, şunun bunun elinde istimal edilmesinden neş'et etmişti.
O halde diyebiliriz ki, milli bir devir yaşamıyorduk.
Milli tarihe malik bulunmuyorduk. Osmanlı tarihi padişahların, hakanların,
zümrelerin dasitanı mahiyetinde idi. Mazinin tarih diye uzattığı kitabın
mahiyeti bundan ibarettir.
Arkadaşlar;
Milletin hakimiyetine sahib olamaması yüzünden dahil
olduğumuz Harb-i Umumi’den ve bu harb-i umumide kıymetli evlatlarınızdan
mürekkeb kahraman ordularımızın Galiçya, Romanya, Makedonya, Kafkas Şahikaları,
Tur-i Sina çöllerinde duçar olduğu zahmetleri hatırlatacak kadar çok zaman
geçmedi ve en nihayet bu Harb-i Umumi’nin şeametli neticesi de malumdur.
Bilhassa Mondros Mütarekesi’yle açılan devrin manzarasını biran düşünmek
isteyecek olursanız baştan aşağı kadar bir manzara-i inhilalden başka birşey
olmadığını anlarsınız. Devletler her türlü hukuk-i insaniyeden tecerrüt ederek
memleketimizin en kıymetli ve en feyzdar yerlerini çiğnediler.
İzmir, Bursa, Eskişehir, Sakarya, Anadolu, Adana,
Trakya, İstanbul vesaire gibi en aziz yerlerimizi çiğnediler. Fakat düşmanların
bu tarz-ı hareketten daha elim bir nokta varsa, o da bu memleketin asırlarca
başında bulunan insanların dahi düşman saflarına geçmiş bulunmasıdır. (Kahrolsun
sadaları)
Arkadaşlar;
Biliyorsunuz ki, bu dahili düşmanlar, harici düşmanların
yapmaya muktedir olamayacağı şen'i ve feci ef'al ve harekatı irtikabda tereddüt
göstermemişlerdir. Harici düşman kuvvetleri saydığım aziz vatan topraklarında
bulunurken, padişahın iradeleri ve neşrettiği fetvalarıyla ve hilafet
ordularıyla bu masum millet şurada, burada izlal ve iğfal olunuyordu. Ve kendi
mevcudiyetine karşı, farkına varamayarak, silah istimal ediyordu ve nihayet hep
bildiğimiz veçhile Osmanlı Devleti tamamen münkariz olmuştu.
Fakat düşmanlarımız aynı zamanda Osmanlı Devletiyle beraber
Türk milletinin de mahvolduğunu zannetti. İşte bunda çok aldanıyordu. Osmanlı
Devleti gibi çok devletler kurmuş olan Türk milleti mahvolmazdı ve
mahvolmamıştı. (Şiddetli alkışlar) Bilakis hayatına vurulan bu
darbelerden, harici ve dahili düşmanların acı darbelerinden, birdenbire bütün
tayakkuzlarını, bütün intibahlarını takındı, hayatını, şerefini kurtarmak için
kemal-i şerefle başını kaldırdı. Ve müttehiden ve mütesaniden ortaya
atıldı. (Şiddetli alkışlar) İşte milletimiz o dakikadan
itibaren milli bir devre girdi; bir halk devresinin mebdeini kurdu. Millet bu
mebdeden işe başladığı gün, kendisine hedef olan yolların ne kadar kesif
zulmetler içinde bulunduğunu hatırlarız. Bu hal milleti ye'se düşürmedi.
Kemal-i azm ile hedefine hatvelerini attı.
Efendiler;
Milletimiz halas-ı kat'i ve hakikiye mazhar olabilmek
için iki umdeye istinadın şart olduğunu anladı. Onlardan birincisi: Misak-ı
Milli'nin ifade ettiği ruh ve mana.
İkincisi: Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzun tesbit ettiği
gayr-ı kabil tebeddül hakayık.
Misak-ı Milli, milletin istiklal-i tammını temin eden
ve bunun için iktisadiyatında inkişafına mani olan bütün sebepleri bir daha
avdet idrak etmemek üzere lağveden bir düsturdur. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu
Osmanlı İmparatorluğu'nun, devletinin tarihe münkalib olduğunu idrak eden, onun
yerine yeni Türkiye Devleti 'nin kaim olduğunu ilan eden bir kanundur. Bu
devletin hayatınında bila kayd ü şart hakimiyetin milletin uhdesinde kalacağını
ifade eden kanundur.
Bu kanun, hakimiyetin milletin uhdesinde kalabilmesi
için halkın bizzat kendini idaresini şart kılan bir kanundur.
Artık Türkiye halkı için yegane mümessil teşrii ve
icrai salahiyeti haiz olan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetidi, diyen
bir kanundur. Bab-ı Ali yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetini koyan
bir kanundur.
Efendiler;
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetinin milletten aldığı
veçhile istiklal-i tam, hakimiyet-i milliye umdelerine istinaden milleti
zengin, memleketi mamur etmekten ibarettir. (Alkışlar)
Efendiler;
Bu umde icabı bütün cihan bilmelidir ki, artık Türkiye
halkı; hakimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez. Hakimiyet demek şeref
demek, namus demek, haysiyet demektir. Bir milletten bu evsaf-ı medeniye ve
insaniyesinin terkini taleb etmek onu insanlıktan çıkarmak demektir.
Efendiler;
Milletimiz bu iki esasa istinad eder. Çalışmaya
başladığı günden bugüne kadar geçen zaman çok değil, üç buçuk, dört seneden
ibarettir, fakat milletimizin kazandığı muvaffakiyat ve muzafferiyat bu
senelere sığmayacak kadar çoktur, taşkındır, yüksektir ve kuvvetlidir. (Sürekli
alkışlar)
Hakikaten irade-i seniyyeler; Hilafet orduları ve
teşvikat ile olan isyanların kaffesi bastırılmıştır ve tüfeksiz, topsuz,
parasız bulunduğu bir zamanda yeniden dünyanın en kudretli en azametli ordusunu
teşkile kudretyab olmuştur. (Alkışlar) Orada daha hal-i
teşekkülde iken Birinci, İkinci İnönü, Sakarya zaferlerini ihraz etmiş (Alkışlar) ve
cihanı hayretlerde bırakan en son muzafferiyeti de kemal-i şiddet ve süratle
ihraz ederek düşman ordularını bire kadar mahvetmiştir. (Pek sürekli
alkışlar yaşa, var ol sadaları)
İstiklal-i tam için şu düstur var: Hakimiyet-i milliye,
hakimiyet-i iktisadiye ile tarsin edilmelidir. Bu kadar büyük gayeler, bu kadar
mukaddes, azametli hedefler kağıt üzerindeki düsturlarla, arzu ve hırsla husul
bulamaz. Bunların tahakkuk-i tammını temin için yegane kuvvet, en kuvvetli
temel iktisadiyattır. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa
olsun, iktisadi zaferle tetvic edilemezse semere, netice paydar olamaz. En
kuvvetli ve parlak zaferimizi de tetvic eden semerat-ı nafiayı temin için
hakimiyet-i iktisadiyemizin temin ve tarsini lazımdır.
Bu kadar feyizli, bu kadar kudretli olan yeni
hükümetimizin düşmansız kalacağını farzetmek doğru değildir. Bunun için çok
kundaklar koyarak münhedem etmeğe çalışacak ve suikasde teşebbüs edecekler
bulunacaktır. Bütün bunlara karşı silahımız, iktisadiyatımızdaki kuvvet;
resanet ve muvaffakiyetimiz olacaktır.
Efendiler;
Dahil olduğumuz halk devrinin, milli devrin milli
tarihini de yazabilmek için kalemler, sapanlar olacaktır. (Alkışlar) Bence
halk devri iktisat devri mefhumiyle ifade olunur. Öyle bir iktisat devri ki,
memleketimiz mamur, milletimiz müreffeh ve zengin olsun. Bu noktada bir
felsefeyi hatırlayınız o da: "El-kana'atu kenzün la-yüfna"
Bu felsefeyi yanlış tefsir yüzünden bu millete büyük
fenalık edilmiştir. Allah yarattığı nimet ve güzellikleri insanların istifadesi
için yaratmıştır. Allah zeka ve aklı bunun için verdi. Eğer vatan kupkuru dağ
ve taşlardan, viran köy, kasaba ve şehirlerden ibaret olsaydı onun zindandan
farkı olamazdı. Felsefenin sahibleri memleketi zindan ve cehennemden başka bir
şey yapmamıştı. Bu vatan evlad ve ahfadımız için cennet yapılmaya layıktır. Bu
faaliyet-i iktisadiye ile kaabildir. Öyle bir iktisat devri ki, artık
milletimiz insanca yaşamasını bilsin ve o esbabı bilerek ona göre lazım olan
tedabire tevessül etsin.
Arzumuz şudur: Bu memleketin efradı ellerinde
nümuneleriyle, ziraat, ticaret, sanat, say ve sapanın mümessili olsun. Artık bu
memleket fakir, millet hakir değil, belki memleketimiz zenginler memleketidir.
Bu yeni Türkiye'nin adına, çalışkanlar diyarı denir. (Alkışlar) İşte
millet böyle bir devir içinde bulunuyor, bu böyle bir devri ala edecek ve
tarihini yazacaktır. Bu tarihte en büyük makam çalışkanlara ait
olacaktır. (Alkışlar)
Efendiler;
Türkiye İktisat Kongresi tarihte ilk defa ihraz-ı
mevki-i bülend edecek bir kongredir. Ve sizler bu memleketin ihtiyacını,
milletin ihtiyacını ve milletin kabiliyetini ve bunun karşısında dünyada mevcut
olan çok kuvvetli iktisat teşkilatını nazar-ı dikkate alarak, alınması lazım gelen
tedbirleri kemal-i vuzuh ile teati ve tesbit etmelisiniz. O tedbirler tatbik
olundukça memleketimizin nurlara, feyizlere müstagrak olsun.
Arkadaşlar;
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetini tabii
milletin amali dairesinde terakki ve teceddüde tamamen taraftardır. Bunun için
mülk ve millete naf'i ittihaz edeceğiniz tedabiri memnuniyetle nazar-ı dikkate
alacaktır.
Efendiler;
İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken
zannolunmasın ki, ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz
vasi'dir. Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla
ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız. Ecnebi
sermayesi bizim say'imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli neticeler
versin. Mazide, Tanzimat devrinden sonra ecnebi sermayesi müstesna bir mevkiye
malikti, devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka birşey
yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye buna muvafakat edemez. Burasını esir
ülkesi yaptırmayız. (Alkışlar)
Arkadaşlar;
Son söz olarak demiştim ki; memleketimizi artık esir
ülkesi yaptırmayız. Nazar-ı dikkatinizi celbetmiş olan konferansın son
müzekeratı bu nokta ile alakadardır. Lozan Konferansı’nın talike uğraması aynı
mesele ve noktadan münbaistir. Ordularımız en büyük bir zaferi ihraz etmişler
ve meşy-i muzafferranesini tevkif edecek hiçbir mania mevcut değildi. Böyle bir
zamanda İtilaf Devletleri hukuk-i tabiiye ve meşruamızı müzakerat ile tasdik
edeceklerini, müzakeratla halledeceklerini söylediler ve bizi konferansa davet
ettiler.
Millet, Meclis ve hükümetimiz samimi olarak sulh
taraftarı bulunduğu için muzaffer ordularımızı durdurarak, heyet-i
murahhasamızı Lozan'a gönderdik. Aylardan beri müzakerat, münakaşat devam etti.
Muhatablarımız hukukumuzu tasdik etmiş olmadı.
Konferanstaki muhatablarımız bizimle üç dört senelik
değil, üç yüz, dört yüz senelik hesabatı rü'yet ediyorlar ve hala
muhatablarımız Osmanlı Devleti'nin tarihe karıştığını ve bugün yeni Türkiye'nin
mevcudiyetini, bunu kuran milletin çok azimkar, imanlı ve celadetli olduğunu,
istiklal-i tamm ve hakimiyet-i milliyesinden zerre kadar fedakarlık
yapamayacağını hala anlayamamışlardır. Bu yüzden İtilaf Devletleri düçar-ı
tereddüt oldu. İstedikleri kadar tereddüt edebilirler. Bu millet artık kararını
vermiştir. Bu millet için tereddüt devirleri çoktan geçmiştir. (Pek
sürekli ve pek şedid alkışlar)
Devletlerin hey'et-i murahhasımıza verdikleri son
proje bittabi şayan-ı kabul görülmedi. Ve diğer murahhaslar gibi bizimkiler de
vaziyeti hükümet ve icab ederlerse, meclise izah etmek üzere memlekete avdet
ediyorlar. Tabii istizahat olacaktır.
Nihayet bütün cihan bilsin ki, bu millet istiklal-i
tammının temin edildiğini görmedikçe yürümeğe başladığı yoldan bir an tevakkuf
etmeyecektir. (Alkışlar) Biz kimseden fazla birşey istemiyoruz, her
medeni milletin malik olduğu şeylerden mahrum edilmemeliyiz. Haklarımız tabii
meşrudur, bize lazımdır. Ne kadar haklı isek bunu müdafaa için de memleket ve
milletimizin kabiliyet ve kudreti de o kadardır.(Alkışlar)
Efendiler;
Görülüyor ki, bu kadar kat'i ve yüksek bir zafer-i
askeriden sonra dahi bizi sulha kavuşmaktan men'eden esbab doğrudan doğruya
esbab-ı iktisadiyedir, mülahazat-ı iktisadiyedir. Çünkü bu devlet, bu millet
hakimiyet-i iktisadiyesini temin ederse, o kadar kuvvetli temel üzerinde
yerleşmiş ve teali etmeğe başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatmak
mümkün olamayacaktır. İşte düşmanlarımızın, hakiki düşmanlarımızın muvafakat,
bir türlü rıza göstermedikleri budur.
Efendiler;
Bu fi'len vaki olmuştur. Sulh denilen şeyin temini
için ecnebilerin bu hakikati itiraf etmemekteki tereddütlerine mantıki mana
vermek mümkün değildir. Çok şayan-ı arzudur ki, pek yakın bir zamanda onlar da
bu hakikati itiraf ederler ve bütün cihan-ı medeniyetin pek büyük hahiş ve
tahassürle intizar ettiği sulhun in'ikadına mani olmak mes'uliyetinden ictinab
ederler. Şimdiden esbab-ı hayatiyetimizi temine başlamış bulunuyoruz. Ve
bittabi hal-i sulhun in'ikadında daha büyük inkişafat oluyor. Fakat muvaffak
olmak için çok çalışmak lazım olduğunu bilmeliyiz. İktisadiyat, iktisadiyat
diyoruz. Fakat arkadaşlar iktisadiyat demek herşey demektir. Yaşamak için,
mesut olmak için, mevcudiyet-i insaniye için ne lazımsa bunların kaffesi
demektir, ziraat demektir, ticaret demektir, say demektir, herşey demektir.
Bütün bu hususta el'an memleket ve milletimizin ne halde olduğunu sizler çok
güzel bilirsiniz. Tavsif etmek istemeyeceğim. Ancak memleketimizin vüs'ati ve
nüfusumuzun bu vüs'atle ne kadar gayrı mütenasib olduğunu da hatırlayınız. Bu
vasi ve feyizli toprakları işleyebilmek, işletebilmek için noksan olan el
emeğini behemehal fenni alat ile telafi etmek mecburiyetindeyiz. Memleketimizi
bundan başka şimendiferler ile ve üzerinde otomobiller çalışır şoseler ile
şebeke haline getirmek mecburiyetindeyiz. Çünkü garbın ve cihanın vesaiti
bunlar oldukça, şimendiferler oldukça, bunlara karşı merkebler ve kağnı ile ve
tabii yollar üzerinde müsabakaya çıkışmanın imkanı yoktur. Memleketimiz ziraat
memleketidir. Bu itibarla, halkımızın ekseriyeti çiftçidir, çobandır.
Binaenaleyh en büyük kuvveti, kudreti bu sahada gösterebiliriz ve bu sahada
mühim müsabaka meydanlarına atılabiliriz. Fakat aynı zamanda sınaatımızı da
tezyid ve tevsi etmek mecburiyetindeyiz. Eğer sanat hususunda yine müsamahakar
olursak, o halde asar-ı sanayide yine haricin haraç-güzarı oluruz, mahsulat ve
mamulatın mübadelatı ve servete inkılabı için ticarete ihtiyacımız vardır.
Ticaretimizin ağyar elinde kalması memleketimizin servetinden lüzumu kadar istifade
edememeği bais olur. Fakat bütün bunlar söylendiği kadar basit ve kolay olmayan
şeylerdir. Bunda muvaffak olabilmek için hakikaten memleketin ve milletin
ihtiyacına mutabık esaslı program üzerinde bütün milletin müttehit ve hemahenk
olarak çalışması lazımdır. Hey'et-i aliyeniz bu esasatın en kıymetlilerini
inşallah bulup ortaya koyacaksınız.
Arkadaşlar;
Bence yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün
esasları, bütün programları iktisat programından çıkmalıdır. Çünkü demin
dediğim gibi herşey bunun içinde mündemiçtir. Binaenaleyh evlatlarımızı o
suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara bu suretle ilim ve irfan vermeliyiz
ki, alem-i ticaret, ziraat ve sınaatte ve bütün bunların faaliyet sahalarında
müsmir olsunlar, müessir olsunlar, faal olsunlar, ameli bir uzuv olsunlar.
Binaenaleyh maarif programımız gerek iptidai tahsilde,
gerek orta tahsilde verilecek bütün şeyler bu noktai nazara göre olmalıdır.
Maarif programlarımız gibi şuabat-ı devlet için tasavvur olunacak programlar
dahi iktisat programına istinad etmekten kendini kurtaramazlar. Esaslı bir
program tesbit etmek, program üzerine bütün milleti hemahenk olarak çalıştırmak
lazımdır. Bizim halkımızın menfaatleri yekdiğerinden ayrılır sunuf halinde
değil bilakis mevcudiyetleri ile muhassala-i mesaisi yekdiğerine lazım olan
sınıflardan ibarettir. Bu dakikada sami'lerinin çiftçilerdir, sanatkarlardır,
tüccarlardır ve işçilerdir. Bunların hangisi yekdiğerinin muarızı olabilir.
Çiftçinin sanatkara; sanatkarın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsine,
yekdiğerine ve ameleye muhtaç olduğunu kim inkar edebilir.
Bugün mevcut olan fabrikalarımızda ve daha çok
olmasını temenni ettiğimiz fabrikalarımızda kendi işçilerimiz çalışmalıdır.
Müreffeh ve memnun olarak çalışmalıdır. Ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı
zamanda zengin olmalıdır. Ve hayatın lezzet-i hakikisini tadabilmelidir ki,
çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsin. Binaenaleyh programdan bahsolunduğu
zaman adeta diyebiliriz ki, bütün halk için bir say misak-ı milisi mahiyetinde
olan program etrafında toplanmakta hasıl olacak olan şekl-i siyasi ise alel'ade
bir fırka mahiyetinde tasavvur edilmemek lazım gelir ve bade's-sulh vukua
gelebilecek böyle şekl-i siyasinin şimdiye kadar olduğu gibi milletin azim ve
imanıyla ve vahdet ve tesanüdün birbirine müzahir olmasıyla muvaffak olacağı
hakkındaki kanaatim kavidir ve tamdır.
Efendiler,
Hey'et-i aliyenizin bugün akdedmiş olduğu Türkiye
İktisat Kongresi çok mühimdir. Çok tarihidir. Nasıl ki, Erzurum Kongresi
felaket noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarmak hususunda Misak-ı Milli’nin
ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk temel taşlarını tedarik hususunda amil
olmuş, müessir olmuş, müteşebbis olmuş ve bundan dolayı tarihimizde, tarih-i
millimizde en kıymetli ve yüksek hatırayı ihraz etmiş ise , kongreniz dahi
milletin ve memleketin hayat ve halas-ı hakikisini temine medar olacak düsturun
temel taşlarını ve esaslarını ihraz edip ortaya koymak suretiyle tarihte büyük
namı ve çok kıymetli bir hatırayı ihraz edecektir. (Alkışlar) Bu
kadar kıymetli ve tarihi kongrenizi küşad etmek şerefini bana bahşettiğinizden
dolayı hassaten arz-ı teşekkürat ederim. (Alkışlar) (Estağfurullah
sesleri) Ve böyle bir kongreyi akdeden sizlersiniz. Bundan dolayı sizi
şayan-ı tebrik görür ve tebrik ederim. (Teşekkür ederiz sesleri) Kongre
küşad edilmiştir efendim."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder