27 Nisan 2021 Salı

TÜRK

Runik harfleriyle Türk kelimesi


Bugünkü unutulmuş kelimemiz: Türk


Esasında Türk kelimesini sürekli kullanıyoruz. Kendimizi takdim ederken, milletimiz hakkında lak lak ederken, siyasi "analizler" yaparken, kültürden bahsederken... Şükür ki milleti işaret zamiriyle tarif edenlerden değiliz. ("Bu millet" vs.)


Fakat üzerine konuştuğumuz "Türk" ne demektir? Lafın burasında yollar ayrılıyor. "Herkesin Türk'ü kendine" durumu meydana geliyor. 


Kavram karmaşasını çözmese bile, kelimelerin anlamlarını açıklığa kavuşturacak mecra sözlüklerdir. İşte size üç farklı yüz yılda tanımlanmış üç farklı Türk anlamı... (Kâmûs-ı Türkî 1901 yılında basılmış olsa da, çalışmaları çok daha evvel başladığı için üç farklı yüz yıl tabirini kullandım.) 


Birinci tanımı alacağımız sözlük bize aşîna olanları şaşırtmayacaktır. Şemseddin Sami'nin Kâmûs-ı Türkî'si. Üstad Türk kelimesinin karşısına şunları dercetmiş:


"türk: esâsen Asya kıtasının şimâl-i garbî cihetinde münteşir bir büyük ümmet ki oradan tevârîh-i muhtelifede cihângîrlikle ve kişver-güşâlıkla cenûb ve garba doğru yayılarak Avrupa'nın dahi şark-ı cenûbu cihetlerine sokulmuşlardır. şuubât-ı muhtelifeye münkasım olup kable'l-İslâm (Uygur) ve el-yevm (Çağatay) ve (Osmânlı) şubeleri lisân-ı edebîye nâil olmuşlardır."


İkinci kaynağımız Türk Dil Kurumu'nun yayınladığı ilk sözlük olacak. 1944’te hazırlanıp 1945 yılında basılan bu ilk sözlükteki “Türk” maddesini hep birlikte okuyalım:


“Beyaz ırkın Alpli kolundan pek eski ve ileri kültürlü, yiğit, ağırbaşlı, yurtsever ve yüce gönüllü geniş bir budun ki çok eski çağlardan beri Orta Asya’daki ana yurdundan dünyanın her tarafına dalga dalga yayılmak ve devletler kurmak suretiyle tarihin gidişine defalarca yön vermiş; bugün Balkanlardan Çin içlerine kadar yerleşmiş bulunuyor.”


Üçüncü kaynağımız yine TDK Sözlük. Fakat "modern" versiyonu. Biliyorsunuz TDK'nın internet sitesinden sözcük araması yapabiliyorsunuz. 2021 senesinde Türk kelimesinin karşılığı olarak şunu veriyor:

 

"1. isim. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse:

"Ne mutlu Türk'üm diyene!" - Atatürk


2. isim. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse:

"Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur." - Mehmet Emin Yurdakul"


"Aşağı yukarı" aynı manaya gelecek tanımlar okuduk. Birinci kaynakta coğrafya ve dil, ikinci kaynakta ırk, üçüncü kaynakta ise vatandaşlık ve dil vurguları göze çarpıyor. Demek ki zaman yalnızca milletleri değil, milletlerin tanımlarını da etkiliyor. 


Düşümüzün ve düşüncemizin "yüzde yüz Türk" olduğu günler dileğiyle... Ne mutlu Türk'üm diyene!

20 Nisan 2021 Salı

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN DÜNDAR TAŞER’İN CENAZESİNDEKİ KONUŞMASI



"Aziz Ülküdaşım! 

Acı kader bizi mezarının başında konuşmak gibi aklımıza hiç getirmediğimiz bir vazifeyi yapmak mecburiyetinde bıraktı. Sen, milletimizin yiğit ve ülkücü bir evladı, partimizin çok mümtaz bir siması idin. Daha uzun yıllar omuz omuza çalışacağımıza, ülkümüzün bayrağını birlikte taşıyıp zafer gönderine çekeceğimize inanmıştık. Olmadı. 

Ne yapabiliriz? Takdir-i İlâhî. 

Aziz Taşer, ömrünce Türk milletini sevmenin, büyüklüğüne inanmanın sırrına ermiş, hayatının gayesini milletine hizmette görmüş, dünya hırslarına iltifat etmemiş, hiçbir mevkiin cazibesine kapılmamış, tam bir Türk milliyetçisi olarak yaşamıştın. 

Zekânın parlaklığı, sevginin sonsuzluğu, kültürünün zenginliği kadar yüreğin de büyüktü. Talihsiz bir dönemde, nankör bir dünyada, milletini en çok sevenlerin horlandığı bir idrak yokluğu içinde yaşamak, kalbini kemiren bir dertti. Yine de dayanıklı idin. Ama kader nankörlüklerin, anlayışsızlıkların çökertemediği mukavemetini, bir arabanın çarpmasıyla yıktı. 

Biz de yıkıldık. Ama biliyoruz ki, ömrünü verdiğin mücadelenin zaferi uğruna, üzüntümüz ne kadar büyük olursa olsun, asla sarsılmadan ilerlememizi bekliyorsun. 

Ruhunun daima bizi takip edeceğini, müşterek davamıza hizmet edebildiğimiz müddetçe müsterih olacağını çok iyi bilmekteyiz. Seni hep aramızda sayacağız. 

Hayatının gayesi saydığın müşterek ülkümüzün zafere ulaşması uğrunda, birlikte kurduğumuz iman ocağının sönmeden yanacağına ve bir gün milletimizin kara talihinin değiştirileceğine manevi huzurunda söz veriyoruz. 

Aziz ülküdaşım Taşer, 

Seni dava arkadaşlarının ve bütün memleketimizin gelecek yıllarda daha iyi anlayacağına ve manevî şahsiyetinin, takipçisi olduğumuz kutsal davamızda bizlere destek olacağına inancımız tamdır. 

Aziz ülküdaşım, 

Seni ebedî bir yolculuğa uğurluyoruz. İnanıyoruz ki huzur içindesin. Huzur içinde kal. Ulu Tanrı'dan rahmet dileyerek, aziz hatıran önünde derin bir acı içinde eğiliyoruz.”

16 Nisan 2021 Cuma

ELÇİBEY'İN KALEMİNDEN ALPARSLAN TÜRKEŞ



Nisan ayı "Herze Gûyan-ı Atîka" için adeta Alparslan Türkeş ayı oldu. Şimdi bu ay içinde dördüncü Türkeş yazısını paylaşıyorum. 

Abdülcemil Kırımoğlu'nun Kaleminden Alparslan Türkeş yazısının devamı niteliğinde bir yazıdır bu. Türkeş'in birinci ölüm yıldönümünde, adına yayınlanan armağan kitabında yer verilen bu yazı kısa fakat etkilidir. "Büyük Türk milletinin Kafkaslar valisi" Ebülfez Elçibey'in kaleminden çıkmıştır. Tarihimize yön vermiş büyük adamların birbirleri hakkındaki görüşleri her zaman kıymetlendirilmeye layıktır.

Elçibey'in Türkeş'i anlatan kısa yazısını dikkatlerinize sunuyorum. 

Elçibey'in el yazısıyla Türkeş


"Böyük Türk dünyası zaman zaman yeni Başbuğlar yetişdirecek. Ancak Başbuğ (altı çizili) dedikde hamıdan önce könlümüzde daim yaşayan Alp Arslan Türkeş yad edilecek, gelecek nesiller onu gurur ve iftiharla hatırlayacakdır."
Ebülfez Elçibey
18.03.98 

12 Nisan 2021 Pazartesi

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN RIFAT ILGAZ'LA CEZAEVİ ANISI

20 Haziran 1994 tarihli Sabah gazetesinin ilgili kupürü

Okuyacağınız alıntı Sabah gazetesinin 20 Haziran 1994 tarihli nüshasında yayınlanmıştır. Hulusi Turgut’un Alparslan Türkeş’le hayatı üzerine gerçekleştirdiği ve “Fırtınalı Yıllar” ismi verilen röportaj serisinin içinde neşredilmiştir. Söz konusu röportaj serisi sonradan kitap halinde de basılmıştır.

Türkeş 1944’te Irkçılık-Turancılık davasından tutuklanmış, kötü hücre koşullarına adapte olmaya çalışmaktadır.

Röportajın ilgili kısmı aşağıya alınmıştır:

“…Hücre yaşantısının böylesine sürüp gittiği bir gün havalanmak için avluya çıktığımda, bir başka hücre komşumla karşılaştım. Uzun boylu, yağızca, yuvarlak başlı bir sivil adam. Kendisiyle konuştuk, ahbaplık ettik. Bu süre içerisinde ikimizin odasını da temizliyorlardı. Süpürge işlemi bitmiş, bizleri tekrar hücrelerimize tıktılar.

O sivil kişiyle ayaküstü muhabbetim yarım kalmıştı. Selamlaşıp, hal hatır sorduk ama, ikimiz de kimliklerimizi açıklama fırsatı bulamadık. Ben asker, o sivil. Ama bir süre sonra bu fırsatı yakaladık. Tekrar avluya çıktık, karşılaştığımızda konuştuk. İşte o sivil kişiyle aramızda şöyle bir diyalog geçmişti:

Türkeş: Selamlar, geçmiş olsun.

Sivil: Size de geçmiş olsun. Ne kadar zamandır buradasınız?

Türkeş: Beş ayı geçiyor. Ne suçla buradasınız?

Sivil: (gülümsüyor) “Sınıf” adıyla, kırmızı renkli kapağı olan bir şiir kitabı bastırdım. Ondan dolayı, komünizm propagandası yapmak suçundan buradayım.

Türkeş: İsminiz nedir efendim?

Sivil: Rıfat Ilgaz. Ya sizin isminiz?

Türkeş: Benimki de Alparslan Türkeş.

Ilgaz: Sizin suçunuz nedir?

Türkeş: Bizimkine, “Turancılık” diyorlar.

Ilgaz: (sinirli bir vaziyette…) Yapma yahu! Sen yüzü gözü güzel, güler yüzlü, insancıl, sıcak bir kişisin. O haydutların içinde işin ne?

Türkeş: Onlar haydut değil ki, kime haydut diyorsunuz?

Ilgaz: İşte o Nihal Atsız’lar, bilmem neler. Yahu Alp, yazık değil mi sana?

Türkeş: Rıfat bey, Turancılık fena bir şey değil ki.

Ilgaz: Bak hala, fena değil diyorsun. Başına bunca belalar gelmiş. Daha ne olacağı da belli değil. Bari sus, bak ben bir kitap yazdım diye neler çekiyorum…”

8 Nisan 2021 Perşembe

ABDÜLCEMİL KIRIMOĞLU’NUN KALEMİNDEN ALPARSLAN TÜRKEŞ


MHP’nin kurucusu, emekli albay, Başbuğ Alparslan Türkeş 4 Nisan 1997’de ebediyete irtihal etti. Ardından çok şey söylendi, yazıldı. Fakat bazı insanları daha iyi tanımak için “biraz dışarıdan” bir bakış çok daha faydalıdır. Bu durumda merhum Türkeş hakkında “dış Türklerin”, özellikle de bulundukları toplulukta lider pozisyonunda olanların, sözleri çok mühimdir.

Kırım Türklerinin daha yaşarken efsane olmuş lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu şüphesiz bu tarife en fazla uyan isimlerdendir. Sözünün kıymeti fevkalâde önemlidir.

Fazla uzatmadan, yazının geri kalanını, Alparslan Türkeş’in arkasından aşağıdaki satırları yazarak tarihe şahitlikte bulunan Mustafa Aga’ya bırakıyorum.

(Aşağıdaki satırları, Kurultay Gazetesi’nin 5.4.1999 tarihli “Başbuğ Özel Eki’nden” iktibas ettim.)

 


“Alparslan Türkeş, bütün Türk Dünyası gibi Kırım Tatar Türkleri için de unutulmaz bir şahsiyet olarak Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Hep söylediğim gibi, Sovyetler Birliği devrinde, demir perde altında, Hür Dünya’dan sınırlı malûmat alırken Sovyet basını bizim ölçeğimizde, Sovyet basınında kim karalanırsa bizler bilirdik ki onlar iyi insanlar ve iyi işler yapıyorlar. Alparslan Türkeş ve onun Bozkurtları da Sovyet basınında hep kötü bahsedilir ve karalanırdı. Biz de bilirdik ki ülkücüler bizim taraftan insanlardı ve taa o yıllardan sempatimizi ve saygımızı kazanmışlardı.

Demir perde aralanıp, Hür Dünya’dan ve Türkiye’den daha fazla malûmat almaya başlayınca anladık ki yanılmamışız. 1975-76 yıllarında hayatımızı, benim için ve halkım için Türk kamuoyunu ayağa kaldıran bu vatansever insan ve onun ülkücüleri kurtarmış.

Bu alicenap insan ve onun ülküdaşları, bizimle beraber ağlamışlar, bizimle acılarımızı paylaşmışlar, bizler için dualar etmişler. Kırım Tatar Türkleri merhum Alparslan Türkeş’e ve ülkücülere müteşekkirdirler.

Gıyaben seneler önce tanıdığım ve sonra, Türkiye’ye birinci kere ettiğim ziyaret günlerinde, 1992 7 Şubat’ta tanışmak mutluluğuna eriştiğim merhum Alparslan Türkeş’e Yüce Allah’tan rahmet diliyorum.

1997 4 Nisan saat 22.45’te Türk Dünyası en büyük evlâtlarından birisini kaybetti. Allah milletimize Alparslan Türkeş gibi daha çok insanları yetiştirmeye nasip eylesin.

Mustafa A. Kırımoğlu
Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı
6.3.1998
Kırım, Bahçesaray”

4 Nisan 2021 Pazar

“ALPARSLAN TÜRKEŞ YURDA DÖNÜYOR”

(6 Şubat 1963 tarihli Yeni İstiklal gazetesi.)

27 Mayıs’ı gerçekleştiren subaylar fazla sürmeden iki ekibe ayrıldılar. Birinci ekip idareyi İsmet Paşa'ya bırakarak yönetimden çekilmeyi düşünüyordu. Cemal Madanoğlu bu grubun fiilî lideriydi.

İkinci ekip ise ülkede bir ihtilâl olduysa Demokratlar kadar CHP’nin de bu işte suçlu bulunduğunu bu yüzden yönetimin bir müddet daha Milli Birlik Komitesi'nde kalması gerektiğini düşünüyorlardı. 14 subaydan müteşekkil bu grubun fiilî lideri ise Alparslan Türkeş’ti.

Fazla sürmeden iki grup birbirine düştü. Madanoğlu ekibi Devlet Başkanı Cemal Gürsel’i ikna etmeyi başararak 14’leri Milli Birlik Komitesi’nden atarak emekli etti.(13 Kasım 1960) 14 subay yurtdışında pasif görevlere sürgün edildi.

Alparslan Türkeş, Yeni Delhi Büyükelçilik Müşaviri sıfatıyla Hindistan’a sürüldü.

Yaklaşık 2.5 yıl süren bu görevin ardından 14’lerin ülkeye gelişine izin verildi.

Çünkü onlar yurt dışındayken Talat Aydemir ihtilâl teşebbüsünde bulunmuş, hükümet teşebbüsü bastırsa da Silahlı Kuvvetler üzerinde tam hakimiyeti sağlayamamıştı. 14’ler Silahlı Kuvvetler üzerinde etkiliydi. İsmet Paşa’nın hesabı 14’leri geri getirerek askeri sakinleştirmek, eğer 14’ler de kendisine karşı bir harekette bulunursa onları da tasfiye etmekti.

Sonra olanları sonra konuşmak kaydıyla, Türkeş’in yurda dönüşüyle alâkalı gazete kupürünü dikkatlerinize sunuyorum.

“Haber aldığımıza göre Alparslan Türkeş bu hafta içinde memlekete avdet edecektir. İki seneden fazla süren bir sürgün hayatından sonra yurda dönecek olan emekli Albayın bundan sonraki tutumunun ne olacağı, efkarı umumiye tarafından merakla beklenmektedir. Kendisinin Hindistan’da geçirdiği iki sene zarfında, Türkiye’de 27 Mayıs hareketinden sonra tahaddüs eden çeşitli buhranların sebep ve amilleri hakkında uzun boylu düşünmeğe fırsat bulduğu bilinmektedir.

Yakınlarının ifadelerine göre Albay Türkeş şimdilik hiçbir siyasi partiye girmek niyetinde olmayıp; istikbal hakkındaki fikirlerini dostları ile istişareden sonra verecektir.”

Türkeş, 23 Mart 1963’te yurda dönmüştür.