31 Ocak 2022 Pazartesi

AYASOFYA (OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ)


1952 yılındayız. 

Malûm bir sene sonrası - 1953 - İstanbul’un fethinin 500. yıldönümüydü. Fethin yıldönümü yaklaştıkça mukaddesatçı kesim de hareketlendi. Birkaç yıl önce Arapça ezan yasağını kaldıran dönemin iktidarı Demokrat Parti’den bu sefer başka bir şey isteniyordu: Ayasofya Camii’nin açılması.

Osman Yüksel Serdengeçti, o zaman müze olan Ayasofya’yı gezmiştir. Bu gezide aklına gelenleri kendisine has üslûbuyla yine kendi adını taşıyan dergide yayınlar.

Daha sonra bu yazı sebebiyle Başbakan Menderes’in hücumuna uğrayacak ve yargı takibatına maruz kalacaktı. Hatta hakkında bir de dava açılacaktı.

Sonuçta Serdengeçti beraat etti. Ayasofya ise onun ölümünden yıllar sonra açılabildi. 

(Yazı ilk kez Serdengeçti Dergisi’nin Ağustos 1952 tarihli 17. sayısında yayınlandı.
Aynı yazı Serdengeçti dergisinden alıntılanarak Ehli Sünnet Dergisi’nin 1 Eylül 1952 tarihli 120. sayısında da yayınlandı.
Serdengeçti daha sonra bu yazıyı ve mahkeme safhasını Ayasofya Davası isimli kitapta topladı.)


"Ey İslâm’ın nûru, Türklüğün gururu Ayasofya! Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!…

Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?!…Hani minarelerinden göklere yükselen, tâ mâveradan gelen ezanlar?!…Hani o ilâhî devir, ilâhî nizamlar?!…

Ayasofya ses vermiyor, Ayasofya bomboş, Ayasofya bir hoş!..

Hani nerde, şu muhteşem minberde, binlerce erin, binlerce gazinin baş koyduğu şu temiz yerde, şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor!… Ayasofya seni bu hale koyan kim; seni çırılçıplak soyan kim?

Hani kubbelerden gönüllere, gönüllerden kubbelere gürül gürül akan, sineler yakan Kur’an sesleri…

Kur’an sesleri dindirilmiş, Müslümanlar sindirilmiş, Allah, Muhammed Hülafa-i raşidîn, bu din ulularının isimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!…

Fethin, Fatihin mabedinden kitab-ı mübini, bu ulu dini, kaldıran kim?
Dinimize imanımıza saldıran kim?!.

Asırlık surların arkasından köhne Bizansı hortlatmak istiyen eller kimin eli, bunu söyliyenler kimin dili, Ayasofyayı puthane yapan hangi delidir?!.

Elleri kurusun, dilleri kurusun…
Ayasofya, Ayasofya seni bu hale koyan kim?. Seni çırılçıplak soyan kim?.

Ayasofya! Ey muhteşem mabet!. Merak etme, Fatihin torunları yakında bütün putları devirip seni camiye çevirecekler. Gözyaşlarıyla abdest alarak secdelere kapanacaklar… Tehlil ve tekbir sadaları boş kubbelerini yeniden dolduracak… İkinci bir fetih olacak… Ozanlar bunun destanını, ezanlar bunun ilânını yapacaklar… Sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen tekbir sesleri fezaları inletecek… Şerefelerin yine Allahın ve onun sevgili Peygamberi Hz. Muhammedin şerefine ışıl ışıl yanacak… Bütün dünya Fatih dirildi sanacak… Bu olacak Ayasofya, bu olacak!.. İkinci bir fetih, yeni bir basübadelmevt… Bu muhakkak.. Bu günler yakın, belki yarın, belki yarından da yakındır… "

23 Ocak 2022 Pazar

ALISTAĞI BAWIRIMA (UZAKTAKİ KARDEŞİME)


Mağcan Cumabayoğlu veyahut daha fazla bilinen ismiyle Mağcan Cumabay, Kazakistan'ın büyük şairlerinden birisidir. 

Kazakistan'daki Türk milliyetçisi hareketin öncülerinden olan Cumabay, 1893 senesinde dünyaya geldi. Henüz 45 yaşındayken, 19 Mart 1938 tarihinde, Stalin yönetimindeki işgalci Sovyet Rusya rejimi tarafından kurşuna dizilerek katledildi. 

1920 yılında Türk İstiklâl Harbi en zorlu safhalarından geçerken Mağcan Cumabay aşağıda okuyacağınız "Uzaktaki Kardeşime" şiirini kaleme aldı. 12 dörtlükten mürekkep olan bu şiir, yazıldığı günden bugüne dek, Altay Anamızın farklı yerlere dağılmış evlatlarını daima heyecana getirdi. "Yeniden bir olma" ruhunu aşıladı. 

Bu sıralar sıkıntılı bir süreçten geçen Kazak Türkleri'ne bu sefer bizler "Uzaktaki Kardeşime" diye sesleniyor, bir gün yeniden birlik olmanın hayalini taşıyoruz. 

Okuyacağınız şiiri, Türksoy tarafından Mağcan Cumabay'ın doğumunun 125. yılına armağan olarak hazırlanan "Uzaktaki Kardeşime" kitabından iktibas ettim. Mağcan'ın şiirlerini Türkiye Türkçesine aktaran Ali Akbaş'a ve bu kıymetli eseri vücuda getiren Türksoy'a şükranlarımı sunuyorum. Vesileyle büyük şair Mağcan Cumabayoğlu'nu da rahmetle anıyorum. 

(Metindeki tek değişiklik şundan ibarettir: Kitapta üç dörtlükten sonra Türkiye Türkçesindeki karşılığı verilirken; ben her dörtlüğün altına Türkiye Türkçesindeki karşılığını verdim.) 

Alıstağı Bawırıma (Uzaktaki Kardeşime)

Alısta awır azap şekken bawrım,
Quwarğan béyşeşektey kepken bawrım,
Qamağan qalın jawdın ortasında,
Köl qılıp közdin jasın tökken bawrım.

(Uzaklarda azap çeken kardeşim
Lale gibi boyun büken kardeşim
Kuşatılmış zalim düşman içinde
Sel gibi gözyaşı döken kardeşim)

Aldında awır qayğı jatqan bawrım,
Ömrinşe japa körgen jattan bawrım,
Tüksiygen jüregi tas jawız jandar,
Tiridey terin tonap jatqan bawrım.

(Ufkuna karanlık çöken kardeşim
Ömür boyu cefa çeken kardeşim
Diri diri derinizi yüzerler
Ağır işkenceden bıkan kardeşim)

Apırmay, emes pe edi altın Altay-
Anamız bizdi tapqan asaw tayday!
Bawrında jürmep pe edik salıp oynak,
Jüzimiz emes pe edi jarqın ayday!

(Anamız değil miydi altın Altay
Oynaşır dururduk iki deli tay
Onun kucağında, yaylalarında
Aydınlık yüzümüz sanki dolunay)

Alalı altın saqa atıspap pa ek?
Tebisip bir tösekte jatıspap pa ek?
Altayday anamızdın aq sütlnen,
Birge emip, birge démin tatıspap pa ek?

(Boyalı altın aşık atmadık mı?
Bir döşekte tepişip yatmadık mı?
Altay adlı anamızın sütünden,
Birlikte emip birlikte tatmadık mı?)

Turmap pa edi biz üşin möldir bulak,
Sıldırap, sılq-sılq külip tawdan qulap?
Dayar bop uşqan qustay, soqqan quyın,
Tilesek, bir-bir tulpar beyne pıraq?

(Dağların bağrından billur pınarlar
Şırıl şırıl bizim için akarlar
Sularından kuşlar, koyunlar içer
İstesek hazırdı Burak'la Tulpar.)

Altaydın altın küni erkeletip…
Kelgende jolbarıs bop, jana erjetip.
Aq teniz, Qara teniz arjağına,
Bawırım, meni tastap qaldın ketip!

(Altayların altın suyundan içtin
Zamanla bir yiğit parsa dönüştün
Akdeniz'le Karadeniz ardına
Kardeşini burada bırakıp göçtün)

Men qaldım jas balapan, qanat qaqpay,
Uşam dep umtılsam da damıl tappay.
Jön silter, jol körseter jan bolmadı,
Jawız jaw qoysın ba endi meni atpay?!

(Ben kaldım burada yavru kuş gibi
Sanki kanadından vurulmuş gibi
Yol gösteren, kanat geren kalmadı
Avcılar peşimde kor ateş gibi)

Qorğasın jas jürekle oğı battı.
Künesiz taza qanım suwday aqtı.
Qansırap elim qurıp esten tandım,
Qaranğı abaqtığa berik japtı...

(Yavru yüreğime bir ok saplandı
Yanım yörem al kanımla sulandı
Kalmışım burada halsiz mecalsiz
Atıldım zindana kapı kapandı)

Körmeymin keçe jürgen qır, saydı da,
Kündiz-kün, tünde-kümis nurlı aydı da,
Ardaqtap, şın jibektey arayğa orap,
Ösirgen altın anam-Altaydı da.

(Görmüyorum artık kırı obayı
Gündüz günü, gece gümüşten ayı
Kundaklayıp has ipeğe sarardı
Esirgeyen altın anam Altay’ı)

Apırmay, ayrıldıq pa qalın toptan,
Şabılıp qaytpaytuğın jawgan oqtan,
Türiktin jolbarıstay jüreginen,
Şını men qorqaq qul bop jawdan buqqan?!

(Ayrıldık mı kuzu gibi sürüden
Yağmur gibi yağan oktan, çeriden
Pars yüreği er Türk'ümün yüreği
Korkar olduk şimdi cinden periden)

Şarq urıp erikke umtılğan Türik janı,
Şını men awırdı ma bitip halı?!
Ot sönip jürektegi, qurıdı ma,
Qaynağan tamırdağı ata qanı?!

(Hürriyete aşık olan Türk hani
Gerçekten hasta mı dondu mu kanı
İçindeki harlı ateş söndü mü
Kim söndürür o ebedî volkanı)

Bawırım! Sen o jaqta, men bu jaqta,
Qayğıdan qan jutamız. Bizdin atqa
Layıq pa qul bop turuw, kel ketelik
Altay'ğa ata mıras altın taqqal

(Sen orada, ben burada uzakta
Kaygımızdan kan kusarız tuzakta
Layık mı kul olmak yekin gidelim
Ata mirasımız o altın tahta)




12 Ocak 2022 Çarşamba

NAZIM HİKMET'İN FETİH ŞİİRİ: SEKİZ YÜZ ELLİ YEDİ


Azerbaycan’ın büyük şairi Resul Rıza’nın oğlu -kendisi de bir yazar olan- Anar Resuloğlu şöyle demişti: “Türkiye’de Nazım daha çok komünizmin, solculuğun simgesi gibi algılanır. Azerbaycan’da ise Türkçülüğün simgesi gibi…”


Nazım’ın Türk demesi onu Azerbaycan Türklerinin gözünde Türkçü görmeye yetiyordu. Komünist rejim böylesine baskıcıydı.


Fakat Nazım ilk gençlik yıllarında hakiki bir Türkçü gibi şiirler de yazıyordu. Onlardan birisini dikkatinize sunuyorum.


Nazım Hikmet’in 19 yaşındayken yazdığı ve İstanbul’un Fethi’ni anlatan bu şiirin başlığı “Sekiz Yüz Elli Yedi”. 14’lü hece ölçüsüyle yazılmış. Başlıkta geçen 857, hicrî takvimde İstanbul’un fethedildiği tarihe karşılık gelmektedir.


Sekiz Yüz Elli Yedi


İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu

Rum Konstantiniyye’si oldu Türk İstanbul’u


Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi

Türk’ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi


Girdi Eğrikapı’dan kır atının üstünde

Fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde


O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!

Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,


Hak yerine getirdi en büyük niyazını

Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!


İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,

Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!


Ocak 1921