27 Mayıs 2023 Cumartesi

REYİMİ KİMLERE VERMELİYİM? (ZİYA GÖKALP)


Yarın bir kez daha sandık başına gideceğiz. Büyük bir çoğunluk kime oy vereceğine çoktan karar verdi, bir kısım vatandaşımız ise mührü kime basacağını sandık başında belirleyecek. Fakat yarın yapacağımız seçim ne ilk ne de sonuncu olacak. Bir misal olarak, bundan bir asır evvele uzanmak istiyorum.


İkinci Meclis seçimlerinin hemen öncesindeyiz. Ziya Gökalp, başında Mustafa Kemal Paşa’nın bulunduğu, Halk Fırkası’na oy istiyor. Fakat bunu yaparken bir partiye oy vermek için üç şart belirliyor.


Nedir bu şartlar? İlk önce kuvvetli bir yönetici kadrosu olacak. Saniyen açık bir programa sahip olacak. Son olarak halkçı ve hürriyetperver olacak.


Bir asır öncenin Halk Fırkası bu şartlardan kaçını haizdi bilmiyorum ama bir asır sonrasının hiçbir partisi sayılan gereklilikleri yerine getirmiyor. Yine de sandığa gitmekten çekinmemek gerekiyor. 


Fakat hiç olmazsa takım tutar gibi parti tutanlardan uzak kalmak ve oy verirken bazı şartlar belirlemek iyidir. Bu makaleyi biraz da bu sebeple paylaşıyorum.


(Okuyacağınız fıkrayı Kültür Bakanlığı’nın yayınladığı Makaleler serisinin dördüncü cildinin 8-12 sayfalarından iktibas ettim.)


“Yeni intihaplara başlanacağını, Anadolu'yu cenubtan şimale doğru kateden uzun bir yolculuk esnasında işittim. Bu haberi aldıktan birkaç gün sonra bir sabah küçük bir şehrin bir kır kahvesinde oturuyordum. Yanıma orta yaşlı bir millettaş geldi. Koynundan çıkarıp gösterdiği bir vesika millî mücahedeye iştirak edip hizmetler ifa ettiğine delâlet ediyordu. Kendisini tanıttıktan sonra dedi ki: “Ben kavga zamanlarında dostla düşmanı ayırmakta hiç tereddüde düşmedim. Fakat, şimdi mebusların yeniden intihabına başlanınca, ruhum büyük tereddütler içinde kaldı. Bana milletimin verdiği intihap hakkı, aynı zamanda mukaddes bir vazifedir. Ben bu hakkı milletime faydalı olacak bir surette kullanamazsam günahkâr olurum. Biz intihap tarikiyle, millî hakimiyeti mebusların eline teslim edeceğiz. İntihap edeceğimiz mebuslar iyi hareket etmezlerse vatan büyük zararlara düşebilir. Tabiî bunların hatalarından biz de Allah'a ve halka karşı mesulüz. İntihap edeceğimiz kimselerin ileride nasıl hareket edeceklerini bilmiyoruz. Bu sebeple reylerimizi ne gibi adamlara verebileceğimiz hakkında beni biraz tenvir etmenizi rica ederim.”


Doğru yolu arıyan bu vatandaşa şöyle cevap verdim:


- Reylerinizi kefilsiz fertlere verirseniz, filhakika dediğiniz tehlikeler vukua gelebilir. Fakat, namzetler arasında kefaletli ve kefilli fertler de vardır. Bunlar, fırka namzetleridir. Fırka, müteselsil kefaletle biribirine kefil olan binlerce fertten mürekkep bir mücahede heyetidir. Bu heyet, yeni meclise kabul ettireceği bütün kanunları umdeler halinde şimdiden neşretmektedir. Bu umdelerin mecmuuna program namı verilir. Fırkanın mebusluğa namzet göstereceği zatlar, bu programa samimî bir surette iman etmiş kimselerdir. Fırka bu zatları ararken, tabiî intihap dairelerinin mütalaalarını da soracaktır. Bunlardan bazısı ileride fırka programına sadık çıkmadıkları takdirde, fırka bunların şu hareketini neşir ve ilân etmekle, yahut şahıslarını fırkadan çıkarmakla yapacakları yolsuzlukların önüne geçebilir. Fırkanın programından başka, kuvvetli teşkilâtı da vardır. Kongre’de, yahut Meclis’teki grubun içtimalarında verilecek kararlara, fırkaya mensup bütün mebusların itaat etmesi şarttır. O halde, fırkanın göstereceği namzetler, teminatlı namzetler demektir. Millet, bir ferdi mebus intihap ettikten sonra, artık onun üzerinde hiç bir kontrol icra edemez. Fırka ise, hususî bir cemiyet olduğu için gayr-ı resmî bir surette kendi mebuslarını kontrol edebilir. O halde, eğer siz reylerinizi fırka namzetlerine verirseniz, millî hakimiyet, fertlerin elinde oyuncak olmak tehlikesinden kurtulmuş olur.


Söz bu noktaya gelince muhatabım tekrar sordu:


— Peki reyimi fırka namzetlerine vereyim, fakat, fırkalar birkaç tane olursa, bunlardan hangisini tercih etmeliyim? Bu hususta da fikrinizi söyler misiniz?


Şu cevabı verdim: «Bir fırkanın umumun itimadına lâyık olması için üç şart vardır. Bu şartlardan birincisi, fırkanın muktedâsı yani lideri millete büyük hizmetler îfâ ederek umumun itimat ve ihtiramına mazhar olmuş bir zat olmakla beraber, ikinci derecedeki muktedâlarının da tecrübe olunmuş ve Millî Mücahede’de büyük hizmetleri görülmüş zatlardan olmasıdır. İngiltere ve Amerika gibi millî hakimiyette en eski olan milletlerde bile fırkaların kıymetleri muktedâlarının kıymetlerine tabiyken, bizim gibi millî hakimiyette henüz tecrübesiz bulunan milletlerde muktedanın ve talî reislerin mücerre'b ve ma’rûf şahsiyetler olması evleviyyetle lâzım ve lâbüddür. Çünkü, tahsilleri ve düşünüş tarzları biribirine tamamiyle uygun olmıyan fertleri muayyen hedeflerde birleştirerek müşterek bir mîsak etrafında toplamak iktidarı ancak fevkalâde bir kudret ve seciyeyi hâiz olarak yaratılmış kimselerde bulunabilir. Yapılan hizmetlerin ve kazanılan büyük muvaffakiyetlerin husule getirdiği şan ve şehâmet de bu şahsî kudretlere inzimam edince, tarihin (büyük adamlar) yahut (kahramanlar) ve (mücedditler) namını verdiği içtimaî rehberler vücuda gelir. İşte, hangi fırkanın başında bu içtimaî rehberleri görürseniz hiç tereddüt etmeden reylerinizi onun namzetlerine verebilirsiniz.


Umumun itimadına şayân bir fırkanın ikinci şartı da vazıh bir programa, sarih umdelere malik olmasıdır. Programını ilân etmeyen, umdelerini açık bir surette meydana koymıyan bir fırkaya karşı mütereddit bulunmakta herkes haklıdır. Çünkü bir fırkanın programı, onun millete karşı olan taahhütleridir. Reylerimizi isteyen ve eline almağa çalışan bir fırka, milletimize vâzıh taahhütlerle bağlanmak mecburiyetindedir. Fırkanın teşkilâtı müteselsil bir kefalet demek olduğu gibi, programı da siyasî bir senet mahiyetindedir. Reylerimizi vereceğimiz fırkadan alacağımız kefaletin kuvveti, fırka muktedâsının ve talî reislerinin şahsiyetleriyle ölçüldüğü gibi, alacağımız senedin şartlarındaki kuvvet de fırka programının vuzuh ve saranatiyle mütenasiptir.


İtimada şâyan bir fırkanın üçüncü şartı da fırka programının millete ve halka büyük haklar temin etmesi, hürriyetperver, terakkiperver ve müceddit olmasıdır.


Filhakika, bir fırka, imtiyazlı sınıfların imparatorluk devrinde teessüs etmiş olan imtiyazlarını idameye çalışırsa, halka muzır bir fırka demektir. Halk için faydalı olan bir fırka, memlekette herkesin birbirine müsavi olmasını temine çalışan bir fırkadır. “Halk” kelimesi milletin bütün fertlerini ihtiva edebilir. Yalnız, kendilerini imtiyazlı ve umumdan hukukça yüksek addeden sınıflar “halk” çerçevesinden hariçtirler.


Hülâsa, halk zümresi, müsavatı kabul eden bütün fertlere açıktır. Yalnız, herkesle müsavi olmadıklarını iddia edenler halk heyetine dahil değillerdir.


İyi bir fırka, halkçı olmakla beraber, terakkiperver de olmalıdır. Terakki ve teceddüd taraftarı olmıyan bir fırka, Avrupalılara medeniyetin her şubesinde yetişmek mecburiyetinde bulunduğumuz bu devirde muzırdır. Dinimiz, bize, «Düşmanlarınız hangi silâhlarla müsellah ise siz de onlarla müsellah olunuz.» buyuruyor.


İlim ile san'at, usul ile teknik de birer silâhtır. Eğer bu manevî silâhlar noktasında da Avrupalılara müsavi olmazsak, onlarla aramızda mevcut olan hayat mücadelesinde mutlaka mağlup oluruz. Mamafih maddî silâhların ihzarı da ilme ve fenne bağlıdır.


Şimdi bu şartları, memleketimizde mevcut olan hakikî bir fırkada arayalım. Bu fırka, “Müdafaa-i Hukuk Fırkası” dır ki, yeni intihap devresinde “Halk Fırkası” namını almıştır.


Bu fırka iptida, tehlikeye düşmüş olan vatanımızın hürriyet ve istiklâlini, büyük zulümlere hedef edilen milletimizin hayat ve mevcudiyetini kurtarmağa çalışan bir mücahede cemiyetiydi. Bu cemiyet, siyasî faaliyete girince, fırka haline istihale etmesi zaruri idi. Çünkü, siyasî mücahede, ancak fırka halinde icra olunabilir. Birinci ve İkinci İnönü Muharebelerini ve Kafkasya, Sakarya Muharebeleri'nden sonra son büyük muharebeyi kazanan şanlı Başkumandanımız ve büyük Gazi Reisimiz, tâ bidayettenberi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin reisi bulunduğu gibi, bugünkü Halk Fırkası’nın da reisidir. Bu muktedânın askerî, siyasî ve harsî bir dehâya malik olduğu bütün cihan nazarında tahakkuk etmiştir. İşte Halk Fırkası, böyle bir müceddidin riyaseti altında bulunuyor. Bu fırkanın tâlî reisleri de, gerek harp meydanlarında, gerek siyaset ve hars sahalarında büyük hizmetler îfâ etmiş ma'ruf ve mücerreb şahsiyetlerdir. Bu şahsiyetlerin idare edeceği bir fırka, herhalde, son derece inzibatlı olacak ve son derece mefkûreli hareket edecektir. Halk Fırkası’nın programına gelince, bir taraftan Mîsak, diğer taraftan Teşkilât-ı Esasîyye Kanunu, bu programın ilk esaslarını gösterdiği gibi, son zamanda Gazi Paşa Hazretleri'nin ilân buyurdukları umdeler de programın yeni ve gayet mühim esaslarını meydana koymaktadır.


Şimdiye kadar hiç bir fırkanın programı bu kadar vuzuh ve sarahati hâiz olmamıştı. Bu programın münderecatına gelince, bir taraftan millete kendi kendini idare etmek hakkını temin ettiği gibi, diğer taraftan da en büyük kıymeti halka vererek imtiyazlı yahut mütegallib sınıfların halk üzerindeki tahakkümünü izaleye çalışmayı en büyük hedef ittihaz etmiştir. Halkın millî hars dairesinde gerek ahlâk ve siyaset ve hukukça gerek iktisat, ümran ve irfanca yükselmesini isteyen bu program yalnız memleketimizde değil, dünyada vücuda getirilmiş olan programların en iyisidir, o halde reylerinizi tereddütsüz ve şüphesiz olarak Halk Fırkası’nın namzetlerine verebilirsiniz.”


Yolda, bana müracaat eden hamiyetli bir Türk'e söylediğim sözleri, intihap esnasında tereddüde düşecek vatandaşlarıma da faydalı olur fikriyle umumun nazarına arzetmeyi münasip gördüm."