![]() |
Hüseyin Nihâl Atsız |
![]() |
Hüseyin Nihâl Atsız |
![]() |
Kırımoğlu, göğsünde Kırım rozetiyle görülüyor |
![]() |
Kara Haber başlıklı, 5.2.1976 tarihli TRT haberi |
![]() |
"Şehid" Cemiloğlu'nu kapağına taşıyan dergilerden biri |
–Meçhul Arkadaşlara-
“cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım”
Attila İlhan
Küçük bir taşranın küçük heyecanları…
Masum Anadolu çocukları gördüm. Büyümek, yetişmek, faydalı olmak istiyorlardı.
İçine doğdukları toplumla kavgaları vardı. Derinlerde bir kavga. Dışa vurulmayan.
İçine doğdukları topluma aşıklardı. Derinlerde bir sevgi. Dışa vurulmayan.
Bir gün bu kavgalar, bu sevdalar gün yüzüne çıkacaktı. Anlaşılmak istiyorlardı. Anlaşılmanın yolunun anlamaktan geçtiğini bilmeden. Seslerini duyurmak dilekleri vardı. Dinlemeden konuşmanın değersizliği umurlarında değildi.
Küçük bir taşranın küçük telaşları…
Masum Anadolu çocukları gördüm. Yaşamak istiyorlardı. Yaş almışlar fakat yaşayamamışlardı.
İçinde büyüdükleri toplumla kavgaları vardı. Dile vurdukları ama hamle yapmaya çekindikleri kavgalar. Derinde değil suyun yüzeyinde. Ellerini uzatsalar tutacaklar. Ellerini uzatsalar düşecekleri kavgalar…
İçinde büyüdükleri topluma sevdaları vardı. Yıllar yılı tükettikleri yalnız dillerinde kalmış sevdalar. Anlaşılmak istiyorlardı. Anlamak da istiyorlardı. Seslerini duyurmak kaygıları derin bir kayıtsızlığa dönmüştü. Bolca duyuyor fakat dinlemiyorlardı.
Küçük bir taşranın büyük sessizliği…
Masum Anadolu çocukları gördüm, hiç yoktular. Ölüp gittiler bu diyardan.
Yaşayamadılar. Hakkıyla kavga edemediler. Hakkıyla sevemediler. Anlaşılmak kaygıları boşa düştü. Anlamak desen, vakitleri yetmedi. Sesleri zaten taşrada kayboldu, gitti. Dinlemeyi öğrendiler bir tek. Dinleyerek öldüler. Kendilerine önemli şeyler vaaz eden hatipleri dinleyerek öldüler. Hala mezarlıklarda mukim fakirhanelerinde dinliyorlar. Kıyamete kadar dinleyecekler.
Bu bir coğrayfa kanunudur. Demografi, tarih ve içtimaiyat eşlik eder.
Mağduriyet, yalnızlık ve kimsesizlik…
Ayrılık, yoksulluk ve ölüm…
Ölüm! Bozkırın tek değişmez yasasıdır.
Ve Türkler bu yasayı Anadolu’ya taşımıştır.
Hareket edememenin verdiği sıkıntı taşranın havasına yansımıştır. Yansıma, esrarlı bir ayna gibidir. Karşısında olanlar hem silüetlerini görür hem de kaybolurlar! Böylece kaybolan çocuklar gördüm. Esrarlı aynanın diğer tarafına göçtüler.
Bu bir toplum yasası mıdır ? Hayır, bu bir cinayettir. Attila İlhan’ın, kör kayıkçının ve benim gördüğüm bir cinayet.
Attila İlhan gitti. Öyle anlaşılıyor ki, kör kayıkçı da öldü.
Bir ben kaldım her şeyi gören. Sesim boşlukta kalmadan kağıtla zapturapt altına aldım.
Hiç yaşamamış ve yaşamayacak çocuklar! Merak etmeyin isminizi telaffuz eden var…
![]() |
İnci Baba |
Suriye’de terör koridoru, Doğu Akdeniz’de enerji gerginliği, ABD ile artık kronik hale gelen problemler derken epey gergin bir süreçten geçiyoruz.
Bu duruma nasıl geldik?
Bu duruma; tarihi meselelere anlık tepkiler vererek, derin problemlere yüzeysel bakarak, sosyal meselelere bodoslama dalarak, iktisadi dengeleri reaksiyoner hareketlerle sarsarak geldik. Daha doğrusu bu davranışları “rutin” hale getiren iktidar ve kadrolarıyla geldik.
Bunları şöyle derinlemesine ele alan bir şeyler yazayım dedim. Sonra yazı çok uzayınca canım sıkıldı, yırttım. Fazla geçmeden de aklıma İnci Baba geldi.
Bu iktidarın meselelere ne kadar “derin” baktığına en iyi örnek belki de İnci Baba’dır. İslamcı olmasa da mevcut yönetimle diplomasiye aynı düzlemden bakan İnci Baba’yı kısaca tanıtayım. Sonra dış politika bahsine geçeriz.
1938 yılında Mardin’de doğan Mehmet Nabi İnciler, Şanlıurfa’da büyüdü. İnşaat sektörüne giren İnciler, ihaleleri komisyon karşılığı dağıtarak zenginleşti. Para ve gücün getirisiyle çevresini genişletti. Kısa zamanda yeraltı dünyasında da tanındı. Tabii tam ismiyle değil, lakabıyla… “İnci Baba”.
İnci Baba siyasetin “Baba’sıyla” da tanışıyordu. Süleyman Demirel’in yakın çevresindendi. Fakat çevresi bundan ibaret değildi.
Yılmaz Güney’in dostuydu. Sosyalist siyasette yer alan birçok kişiyle ve milletvekiliyle de teması vardı.
Aynı zamanda Alparslan Türkeş’in hapishane arkadaşıydı. (Türkeş 12 Eylül’ün ardından MHP Genel Başkanı sıfatıyla tutuklanmıştı. İnciler ise “Babalar Operasyonu” neticesinde içeri alınmıştı.)
“İşinde” başarılı ve fark yaratan bir isimdi İnci Baba. Ünü Türkiye sınırlarını aşmıştı.
National Geographic belgesellerinde Türk mafyası ele alındığında ismi en çok geçen kişi Mehmet Nabi İnciler oluyor, Reuters onu “Türk Robin Hood’u” olarak tanımlıyordu.
“Hayvansever” olarak da tanımlanabilecek İnci Baba evinde iki kaplan besliyordu. İsimlerini Dallas dizisinden etkilenerek vermişti: Ceyar ve Sue Allan.
ABD’ye giden siyasi liderlerin Washington Anıtı’na çelenk bırakmasından etkilenerek Chicago’ya gitmiş ve Amerikalı ünlü mafya babası Al Capone’un mezarına çelenk koymuştu.
Renkli ve kanlı geçen 55 yıllık ömrü, 4 Aralık 1993’te koruması tarafından öldürülmesiyle son buldu.
Bugün İnci Baba’yı konuk etmemizin esbabı mucibesi ise Erkekçe Dergisinin 1982 Aralık sayısına verdiği röportajdan bir kesit.
İran-Irak savaşının tam gaz sürdüğü bu dönemde, ünü Türkiye sınırlarını aşmış İnci Baba’nın bu konuda fikri olmaması düşünülemezdi. Röportajın ilgili bölümünü iktibas ediyor, “bugünkülerle” benzerliğini takdirlerinize bırakıyorum.
“İran Devlet Başkanı Humeyni’ye Türkiye’den birkaç çember sakallı tipi hediyeyle göndereceksin. İran’da hediye çok mühimdir.
“Bak bu peygamber efendimizin pabucu, bizim müzedeydi, sana hediye ediyoruz.” diyeceksin, ama pabuç sahte. Gerçeğini verme yani. Sonra Humeyni’ye “Bak kardeşim sen de Müslümansın, biz de. Ama hep bana, hep bana diyorsun. Şu petrolden biraz da bize ver bakalım. Gel Irak’ı da birlikte halledelim. Irak bitmiş zaten, hasta yatağında sikilir.” diyeceksin.
Kabul etmedi mi, basacaksın yaygarayı: “Zaten bu Humeyni sürgündeyken Bursa’da kalmıştı, belki de ibnedir” diyeceksin. O da mı olmadı, git Amerika’ya “Şu bizim borcu sil, dört yüz tane de uçak ver, Ortadoğu’yu cümbüş yerine çevirelim” de.”
![]() |
Genç Kalemler dergisinin Yeni Lisan makalesinin yayınlandığı sayısının kapağı (Kaynak: İslam Ansiklopedisi) |
![]() |
Şehriyar |
Türk’ün Dili şiiri, 1969’da, bir kısım Fars entelektüelinin Şehriyar’a “Neden Türkçe yazıyorsunuz? Türkçe ne lehçe ne de dildir!” demeleri üzerine bir cevap olarak yazılmıştır. Şiir ilk kez Mehdi Rövşenzemir’in evinde üniversite hocalarına okunmuş, takdirle karşılanmıştır.
Şiir Güney Azerbaycan’da 4 farklı yerde aşağıdaki şekliyle yayımlanmıştır. Kuzeyde ise ilk kez Aman Ayrılıg dergisinde - muhtemelen siyasi mülahazalarla - 12, 13 ve 14. beyitler olmaksızın, bazı kelime ve mısraların yerleri değiştirilerek yayımlanmıştır.
Türkiye’de ilk neşri Ali Yavuz Akpınar tarafından 1982’de yapılan şiir, Yusuf Gedikli tarafından 1988’de, Nizamettin Onk tarafından 1989’da yayımlanmıştır. Nizamettin Onk’un yayınında şiir uzunluğu 16 beyittir.
Fakat ben burada Güney Azerbaycan’da yayınlandığı şeklini esas aldım. Şiir; 15 beyitten oluşmaktadır. 14’lü hece ölçüsüyle ve temiz bir Türkçeyle kaleme alınmıştır.
Türk dilinin en büyük şairlerinden Şehriyar’ı rahmetle anarken, Türk’ün Dili şiirini dikkatlerinize sunuyorum.
(Şiirin kendisi dahil olmak üzere, yukarıdaki bilgileri edindiğim kaynak Yusuf Gedikli’nin 1990 basımı “Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri” kitabının 124-26. sayfalarıdır.)
Türk’ün Dili
1- Türk’ün dili tek sevgili-istekli dil olmaz
Özge dile gatsan, bu esil dil esil olmaz.
2- Öz şe’rini Fars’a, Ereb’e gatmasa şa’ir,
Şe’ri eşidenler, ohuyanlar kesil olmaz.
3- Pişmiş kimi şe’rin de gerek dad-duzu olsun,
Kend ehli bilerler ki, doşabsız heşil olmaz.
4- Sözler de cevahir kimidir, esli bedelden
Teşhis veren olsa bu geder zir-zibil olmaz.
5- Şa’ir ola bilmezsen, anan doğmasa şa’ir
Missen a balam, her sarı köynek gızıl olmaz.
6- Ötmez, ohumaz bülbülü salsan gefes içre,
Dağ-daşda doğulmuş deli ceyran hemil olmaz.
7- İnsan odur, dutsun bu zelil halgın elinden
Allah’ı seversen, bele insan zelil olmaz.
8- Her çend, Serab’ın südü çoh, yağ-balı çohdur,
Baş erşe de çatdırsa Serab Erdebil olmaz.
9- Millet gemi olsa bu çocuglar çöpe dönmez,
Erbablarımızdan da garınlar tebil olmaz.
10- Menden de ne zalım çıhar oğlum, ne gisasçı
Bir def’e bunu gan ki, ipekten gezil olmaz.
11- Düz vahtda dolar tahta-tabag edviye ile,
Onda ki nenem sancılanar, zencefil olmaz.
12- Fars şa’iri çoh sözleri bizlerden aparmış,
Sabir kimi bir süfreli şa’ir, pahıl olmaz.
13- Türk’ün meseli, folkloru dünyada tekdir,
Han yorganı, kend içre meseldir, mitil olmaz.
14- Azer goşunu geyser-i Rum’u esir etmiş,
Kesra sözüdür, bir bele tarih nağıl olmaz.
15- Bu Şehriyar’ın teb’i kimi çimmeli çeşme
Kövser ola bilse demirem, Selsebil olmaz.
Tebriz, 1969
![]() |
Gök Bayrak |
Doğu Türkistan, uzun zamandan beri Çin işgali altında bulunan bir ülke. Turan coğrafyasının doğu ucunda bulunan en büyük ve kalabalık Türk bölgesi.
20-25 milyon arasında tahmin edilen nüfusuyla; Türkiye ve Güney Azerbaycan’dan sonra en çok Türk’ün yaşadığı yer.
Coğrafî olarak bakıldığında 5 ayrı devletle sınırı var. Bunlar; batısında Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan, kuzeyinde Rusya, kuzeydoğusunda Moğolistan.
Doğu Türkistan’ın doğusunda Çin yer alırken, güneyinde yine tartışmalı bir bölge olan Tibet var.
Çinliler Doğu Türkistan ülkesine “Şincan-Uygur Özerk Bölgesi” adını veriyorlar. Şincan “fethedilen topraklar” demek.
Çevresinden merkezine doğru odaklandığımızda Doğu Türkistan’ı tam ortadan bölen bir dağ silsilesiyle karşılaşıyoruz: Tanrı Dağları.
Tanrı Dağları’nın kuzeyinde yer alan yerler; sanayileşmiş, yer altı kaynakları zengin ve şehirlileşme oranı yüksek bölgeler. Urumçi ve Gulca gibi bizim kamuoyu tarafından da bilinen şehirler bu bölgede yer alıyor.
Doğu Türkistan’ın kuzeyi olarak tabir edebileceğimiz bu meskenler, Çin kolonizasyonunun en fazla hissedildiği yerler. 1948’den beri bu şehirlere yerleştirilen Çinliler yüzünden demografi ciddi ölçüde değiştirilmiş durumda. Öyle ki, Urumçi kentinde Türk nüfusu Çin nüfusunun üçte birine tekabül ediyor.
Çin, sanayileşmiş bu bölgede oluşan iş kollarına Çinlileri yerleştiriyor. Ülkenin tarihi sahibi olan Türkler ise -gönüllü asimilasyona tabii olanlar hariç- ya ikinci sınıf işlerde vasıfsız olarak çalıştırılıyor ya da işsiz bırakılıyorlar.
Tek başına Çin’in enerji ihtiyacının 1/3’ünü karşılayan bu bölgedeki yer altı kaynaklarını da Çinliler işletiyor. Açık bir emperyalizm söz konusu. “Fethettikleri toprakların” etinden ve sütünden faydalanıyorlar.
Tanrı Dağları’nın güneyinde yer alan kısım ise; daha çok tarım ve hayvancılığın yapıldığı kırsal bölgeler. Kaşgar şehri burada yer alıyor. Fakat şehirlileşme ve sanayileşme az. Buna paralel olarak sivil Çinli sayısı da az.
Denilebilir ki, bu bölgede geleneksel Türk yaşantısı sürdürülüyor. “Sivil” Çinli sayısının az oluşu, “asker” Çinli sayısının fazla oluşu sonucunu doğuruyor.
Kuzeydeki şehirlerde modern teknolojinin en üst imkanlarını seferber ederek Uygur Türklerini yakın markaja alan Çin yönetimi, güneydeki şehirlerde ve köylerde “eski yöntemleri” uyguluyor.
Başta milliyet ve din olmak üzere baskılanan Doğu Türkistan Türkleri’nin bir kısmı radikalizme kayıyor. Eline geçen ilk fırsatta ülkeyi terk edip “cihad etmeye” gidenler var. Çin devleti Doğu Türkistan’ı her ablukaya aldığında “radikalleri” bahane gösteriyor. Fakat sayıları 20-25 milyon arasında olan Doğu Türkistan Türkleri’nin içinden çıkıp teröre bulaşanların sayısı 20 bini aşmıyor.
Çin neden “pire için yorgan” yakmayı göze alıyor?
Başka bir atasözüyle açıklayacak olursak “amacı üzüm yemek değil bağcıyı dövmek” de ondan.
Doğu Türkistan Çin’in ciddi miktardaki enerji ihtiyacına çare oluyor. Bu yüzden Çin, Türklerin isyan çıkarmasını engellemeye çalışıyor.
Doğu Türkistan’ın batısında iki Türk devleti var: Kırgızistan ve Kazakistan. Sınırın Doğu Türkistan tarafında hem Kazak Türkleri hem de Kırgız Türkleri yaşıyor. Çin bu devletlerin Doğu Türkistan’ı desteklemesinin önüne geçmek için Doğu Türkistan Türkleri’ni eziyor. Böylece Kırgızistan ve/veya Kazakistan, Doğu Türkistan Türkleri’ne yardımcı olursa, başına/başlarına ne geleceğini anlıyor.
En önemlisi Doğu Türkistan, Çin’in “Bir Kuşak, Bir Yol” ismini verdiği projede hayati bir rol oynuyor. “Bir Kuşak, Bir Yol” Çin’in eski İpek Yolu üzerinde kurmayı planladığı ticaret amaçlı ulaşım yolunun ismi. Doğu Türkistan ise bu rotanın merkezi. Anlayacağınız, bu rota Doğu Türkistan’dan geçmezse proje çökecek. Devletin geleceğini bu projede gören Çin Komünist Partisi yöneticileri “sürprizle” karşılaşmak istemiyor. Doğu Türkistan Türkleri, “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi uğruna takibata uğrayıp, asimile edilmeye çalışılıyor.
Bu kadar baskıya uğrayıp, bu denli -uluslararası kamuoyu nezdinde- yalnız bırakılmışken bile Çin onları asimilasyonda istediği başarıyı yakalayamıyor.
Her millet “mankurt” çıkartır. Bir kısım Uygur Türk’ü de mankurtlaştırılmış vaziyette. Ama çoğunluk; gerek gelenekleri, gerek yasayışları, gerekse de düşünce tarzları dolayısıyla Çin’le uyuşmuyor.
Atatürk’ün veciz ifadesiyle “kanındaki cevher-i asliyi” keşfetmiş bulunan Uygur Türkleri ise maalesef çok yaşamıyor.
“Devletsiz” olmanın acısını her gün çeken Doğu Türkistan Türkleri’nin hâli bizim için ibret vericidir.
“Doğu Türkistan bizim neyimiz olur?” diye sormuştuk. Bazıları kabullenmek istemese de öz be öz kardeşimiz olur.
Ve kardeşlerimizin, soydaşlarımızın meseleleri bizim meselelerimizdir!
Turan coğrafyasını batısından doğusuna kadar bir bütün olarak anladığımız gün Türk’ün “makus talihi” , ikinci kez olmak üzere, yenilecektir.
Ne mutlu Türk’üm diyene!