Geçenlerde Abdülbaki Gölpınarlı'nın hazırladığı Şeyh Galip derlemesini karıştırıyordum. 1953 yılında Varlık Yayınları tarafından basılan kitapta rastladığım ve Şeyh Galip'in "kabına sığmaz" özelliğine mükemmel bir örnek teşkil eden şu hadiseyi okudum. Yalnızca okumakla kalmayıp, sizlerle de paylaşmak istedim.
(Aşağıdaki alıntı kitabın 12. sayfasındandır.)
Babası gibi Melâmî- Hamzevî neşesine sahip olan Şeyh Galip "din bakımından müsamahalı bir görüşe, inanç bakımından varlık birliği inancına, neşe bakımından da Ali'yi, öbür halifelerden üstün gören bir telâkkiye sahipti. Fakat onda bu meşrep, hiçbir vakit taassup derecesini bulamamıştı. Hattâ onun,
"İkrârımıza ser veririz ahde kavîyüz
Biz Şâh-ı Vilâyet kuluyuz hem Alevîyüz"
mütekerrir beytini muhtevi olan ve on iki imama aşırı bir sevgi, Yezid'e ve Ehl-i Beyt düşmanlarına taşkın bir düşmanlık duygusu belirten meşhur müseddesi, Şeyhin Şiî olduğu kanaatini uyandırmış, tekkeden Sünnîler uzaklaşmış, Galata mevlevihanesi, İranlılarla dolmuştu. Gitgide İranlıların irfan erbabından ziyade cahilleri tarafından dolup boşalan bu muhit, Şeyhi sıkmış, kendisi gibi tamamiyle Alevî bir meşrebe sahip bulunan ve yazısı da güzel olan Esrar Dede'ye, "Yâ Hazret-i Muâviye" levhası yazdırıp başucunda duran "Yâ Ali" levhasının yerine astırmıştı. Bunu gören Şiîler de ertesi hafta tekkeye uğramayınca Galip Dede, gördün mü Esrar demişti, bir şiir söyledik, Sünnîleri kaçırdık, bir levha yazdırdık, Şiîleri dağıttık, biz bize kaldık!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder