Yarın bir kez daha sandık başına gideceğiz. Büyük bir çoğunluk kime oy vereceğine çoktan karar verdi, bir kısım vatandaşımız ise mührü kime basacağını sandık başında belirleyecek. Fakat yarın yapacağımız seçim ne ilk ne de sonuncu olacak. Bir misal olarak, bundan bir asır evvele uzanmak istiyorum.
İkinci Meclis seçimlerinin hemen öncesindeyiz. Ziya Gökalp,
başında Mustafa Kemal Paşa’nın bulunduğu, Halk Fırkası’na oy istiyor. Fakat
bunu yaparken bir partiye oy vermek için üç şart belirliyor.
Nedir bu şartlar? İlk önce kuvvetli bir yönetici kadrosu
olacak. Saniyen açık bir programa sahip olacak. Son olarak halkçı ve hürriyetperver
olacak.
Bir asır öncenin Halk Fırkası bu şartlardan kaçını haizdi bilmiyorum ama bir asır sonrasının hiçbir partisi sayılan gereklilikleri yerine getirmiyor. Yine de sandığa gitmekten çekinmemek gerekiyor.
Fakat hiç olmazsa takım
tutar gibi parti tutanlardan uzak kalmak ve oy verirken bazı şartlar belirlemek
iyidir. Bu makaleyi biraz da bu sebeple paylaşıyorum.
(Okuyacağınız fıkrayı Kültür Bakanlığı’nın yayınladığı Makaleler serisinin dördüncü cildinin 8-12 sayfalarından iktibas ettim.)
“Yeni intihaplara başlanacağını, Anadolu'yu cenubtan şimale
doğru kateden uzun bir yolculuk esnasında işittim. Bu haberi aldıktan birkaç
gün sonra bir sabah küçük bir şehrin bir kır kahvesinde oturuyordum. Yanıma
orta yaşlı bir millettaş geldi. Koynundan çıkarıp gösterdiği bir vesika millî
mücahedeye iştirak edip hizmetler ifa ettiğine delâlet ediyordu. Kendisini
tanıttıktan sonra dedi ki: “Ben kavga zamanlarında dostla düşmanı ayırmakta hiç
tereddüde düşmedim. Fakat, şimdi mebusların yeniden intihabına başlanınca,
ruhum büyük tereddütler içinde kaldı. Bana milletimin verdiği intihap hakkı,
aynı zamanda mukaddes bir vazifedir. Ben bu hakkı milletime faydalı olacak bir surette
kullanamazsam günahkâr olurum. Biz intihap tarikiyle, millî hakimiyeti
mebusların eline teslim edeceğiz. İntihap edeceğimiz mebuslar iyi hareket
etmezlerse vatan büyük zararlara düşebilir. Tabiî bunların hatalarından biz de
Allah'a ve halka karşı mesulüz. İntihap edeceğimiz kimselerin ileride nasıl
hareket edeceklerini bilmiyoruz. Bu sebeple reylerimizi ne gibi adamlara
verebileceğimiz hakkında beni biraz tenvir etmenizi rica ederim.”
Doğru yolu arıyan bu vatandaşa şöyle cevap verdim:
- Reylerinizi kefilsiz fertlere verirseniz, filhakika
dediğiniz tehlikeler vukua gelebilir. Fakat, namzetler arasında kefaletli ve
kefilli fertler de vardır. Bunlar, fırka namzetleridir. Fırka, müteselsil
kefaletle biribirine kefil olan binlerce fertten mürekkep bir mücahede
heyetidir. Bu heyet, yeni meclise kabul ettireceği bütün kanunları umdeler
halinde şimdiden neşretmektedir. Bu umdelerin mecmuuna program namı verilir.
Fırkanın mebusluğa namzet göstereceği zatlar, bu programa samimî bir surette
iman etmiş kimselerdir. Fırka bu zatları ararken, tabiî intihap dairelerinin
mütalaalarını da soracaktır. Bunlardan bazısı ileride fırka programına sadık
çıkmadıkları takdirde, fırka bunların şu hareketini neşir ve ilân etmekle,
yahut şahıslarını fırkadan çıkarmakla yapacakları yolsuzlukların önüne
geçebilir. Fırkanın programından başka, kuvvetli teşkilâtı da vardır.
Kongre’de, yahut Meclis’teki grubun içtimalarında verilecek kararlara, fırkaya
mensup bütün mebusların itaat etmesi şarttır. O halde, fırkanın göstereceği namzetler,
teminatlı namzetler demektir. Millet, bir ferdi mebus intihap ettikten sonra,
artık onun üzerinde hiç bir kontrol icra edemez. Fırka ise, hususî bir cemiyet
olduğu için gayr-ı resmî bir surette kendi mebuslarını kontrol edebilir. O
halde, eğer siz reylerinizi fırka namzetlerine verirseniz, millî hakimiyet,
fertlerin elinde oyuncak olmak tehlikesinden kurtulmuş olur.
Söz bu noktaya gelince muhatabım tekrar sordu:
— Peki reyimi fırka namzetlerine vereyim, fakat, fırkalar
birkaç tane olursa, bunlardan hangisini tercih etmeliyim? Bu hususta da
fikrinizi söyler misiniz?
Şu cevabı verdim: «Bir fırkanın umumun itimadına lâyık
olması için üç şart vardır. Bu şartlardan birincisi, fırkanın muktedâsı yani
lideri millete büyük hizmetler îfâ ederek umumun itimat ve ihtiramına mazhar
olmuş bir zat olmakla beraber, ikinci derecedeki muktedâlarının da tecrübe
olunmuş ve Millî Mücahede’de büyük hizmetleri görülmüş zatlardan olmasıdır.
İngiltere ve Amerika gibi millî hakimiyette en eski olan milletlerde bile
fırkaların kıymetleri muktedâlarının kıymetlerine tabiyken, bizim gibi millî
hakimiyette henüz tecrübesiz bulunan milletlerde muktedanın ve talî reislerin
mücerre'b ve ma’rûf şahsiyetler olması evleviyyetle lâzım ve lâbüddür. Çünkü,
tahsilleri ve düşünüş tarzları biribirine tamamiyle uygun olmıyan fertleri
muayyen hedeflerde birleştirerek müşterek bir mîsak etrafında toplamak iktidarı
ancak fevkalâde bir kudret ve seciyeyi hâiz olarak yaratılmış kimselerde
bulunabilir. Yapılan hizmetlerin ve kazanılan büyük muvaffakiyetlerin husule
getirdiği şan ve şehâmet de bu şahsî kudretlere inzimam edince, tarihin (büyük
adamlar) yahut (kahramanlar) ve (mücedditler) namını verdiği içtimaî rehberler
vücuda gelir. İşte, hangi fırkanın başında bu içtimaî rehberleri görürseniz hiç
tereddüt etmeden reylerinizi onun namzetlerine verebilirsiniz.
Umumun itimadına şayân bir fırkanın ikinci şartı da vazıh
bir programa, sarih umdelere malik olmasıdır. Programını ilân etmeyen,
umdelerini açık bir surette meydana koymıyan bir fırkaya karşı mütereddit
bulunmakta herkes haklıdır. Çünkü bir fırkanın programı, onun millete karşı
olan taahhütleridir. Reylerimizi isteyen ve eline almağa çalışan bir fırka,
milletimize vâzıh taahhütlerle bağlanmak mecburiyetindedir. Fırkanın teşkilâtı
müteselsil bir kefalet demek olduğu gibi, programı da siyasî bir senet
mahiyetindedir. Reylerimizi vereceğimiz fırkadan alacağımız kefaletin kuvveti,
fırka muktedâsının ve talî reislerinin şahsiyetleriyle ölçüldüğü gibi,
alacağımız senedin şartlarındaki kuvvet de fırka programının vuzuh ve
saranatiyle mütenasiptir.
İtimada şâyan bir fırkanın üçüncü şartı da fırka programının
millete ve halka büyük haklar temin etmesi, hürriyetperver, terakkiperver ve
müceddit olmasıdır.
Filhakika, bir fırka, imtiyazlı sınıfların imparatorluk
devrinde teessüs etmiş olan imtiyazlarını idameye çalışırsa, halka muzır bir
fırka demektir. Halk için faydalı olan bir fırka, memlekette herkesin birbirine
müsavi olmasını temine çalışan bir fırkadır. “Halk” kelimesi milletin bütün
fertlerini ihtiva edebilir. Yalnız, kendilerini imtiyazlı ve umumdan hukukça
yüksek addeden sınıflar “halk” çerçevesinden hariçtirler.
Hülâsa, halk zümresi, müsavatı kabul eden bütün fertlere
açıktır. Yalnız, herkesle müsavi olmadıklarını iddia edenler halk heyetine
dahil değillerdir.
İyi bir fırka, halkçı olmakla beraber, terakkiperver de
olmalıdır. Terakki ve teceddüd taraftarı olmıyan bir fırka, Avrupalılara
medeniyetin her şubesinde yetişmek mecburiyetinde bulunduğumuz bu devirde
muzırdır. Dinimiz, bize, «Düşmanlarınız hangi silâhlarla müsellah ise siz de
onlarla müsellah olunuz.» buyuruyor.
İlim ile san'at, usul ile teknik de birer silâhtır. Eğer bu
manevî silâhlar noktasında da Avrupalılara müsavi olmazsak, onlarla aramızda
mevcut olan hayat mücadelesinde mutlaka mağlup oluruz. Mamafih maddî silâhların
ihzarı da ilme ve fenne bağlıdır.
Şimdi bu şartları, memleketimizde mevcut olan hakikî bir
fırkada arayalım. Bu fırka, “Müdafaa-i Hukuk Fırkası” dır ki, yeni intihap
devresinde “Halk Fırkası” namını almıştır.
Bu fırka iptida, tehlikeye düşmüş olan vatanımızın hürriyet
ve istiklâlini, büyük zulümlere hedef edilen milletimizin hayat ve
mevcudiyetini kurtarmağa çalışan bir mücahede cemiyetiydi. Bu cemiyet, siyasî
faaliyete girince, fırka haline istihale etmesi zaruri idi. Çünkü, siyasî
mücahede, ancak fırka halinde icra olunabilir. Birinci ve İkinci İnönü
Muharebelerini ve Kafkasya, Sakarya Muharebeleri'nden sonra son büyük
muharebeyi kazanan şanlı Başkumandanımız ve büyük Gazi Reisimiz, tâ bidayettenberi
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin reisi bulunduğu gibi, bugünkü Halk Fırkası’nın da
reisidir. Bu muktedânın askerî, siyasî ve harsî bir dehâya malik olduğu bütün
cihan nazarında tahakkuk etmiştir. İşte Halk Fırkası, böyle bir müceddidin
riyaseti altında bulunuyor. Bu fırkanın tâlî reisleri de, gerek harp
meydanlarında, gerek siyaset ve hars sahalarında büyük hizmetler îfâ etmiş
ma'ruf ve mücerreb şahsiyetlerdir. Bu şahsiyetlerin idare edeceği bir fırka,
herhalde, son derece inzibatlı olacak ve son derece mefkûreli hareket
edecektir. Halk Fırkası’nın programına gelince, bir taraftan Mîsak, diğer
taraftan Teşkilât-ı Esasîyye Kanunu, bu programın ilk esaslarını gösterdiği
gibi, son zamanda Gazi Paşa Hazretleri'nin ilân buyurdukları umdeler de
programın yeni ve gayet mühim esaslarını meydana koymaktadır.
Şimdiye kadar hiç bir fırkanın programı bu kadar vuzuh ve
sarahati hâiz olmamıştı. Bu programın münderecatına gelince, bir taraftan
millete kendi kendini idare etmek hakkını temin ettiği gibi, diğer taraftan da
en büyük kıymeti halka vererek imtiyazlı yahut mütegallib sınıfların halk
üzerindeki tahakkümünü izaleye çalışmayı en büyük hedef ittihaz etmiştir.
Halkın millî hars dairesinde gerek ahlâk ve siyaset ve hukukça gerek iktisat, ümran
ve irfanca yükselmesini isteyen bu program yalnız memleketimizde değil, dünyada
vücuda getirilmiş olan programların en iyisidir, o halde reylerinizi
tereddütsüz ve şüphesiz olarak Halk Fırkası’nın namzetlerine verebilirsiniz.”
Yolda, bana müracaat eden hamiyetli bir Türk'e söylediğim
sözleri, intihap esnasında tereddüde düşecek vatandaşlarıma da faydalı olur
fikriyle umumun nazarına arzetmeyi münasip gördüm."