Eserleriyle müziğin sınırlarını genişleten sanatçı Beethoven, 1797 yılında duyma problemi yaşamaya başladı. Bazı iddialara göre kalıtımsal bir hastalıktan, bazılarına göre yanlış tedaviden bazılarına göreyse kendisine dikkat etmediğinden rahatsızlığı ilerledi.
1802 yılına gelindiğinde, insan ruhuna sızarken sesleri kullanan bu büyük dahi hiçbir sesi duyamaz olmuştu. Doktorunun tavsiyesi üzerine Viyana'nın dışındaki ufak Heiligenstadt kasabasında inzivaya çekildi. "Herkesten fazla duyması gerekirken" duyamaz oluşu Beethoven'i içine kapattı ve sanatçı ciddi ciddi intihar etmeyi düşünmeye başladı. Bu düşüncesini kafasında tartarken, kardeşlerine hitaben, bir vasiyet kaleme aldı.
Aşağıda okuyacağınız ve Heiligenstadt Vasiyeti ismiyle anılan bu metin; alanının en başarılı insanıyken, başına gelen felaket yüzünden "her şeyi" kaybettiğini düşünen bir adamın vedası niteliğindedir. Fakat güzel tarafı Beethoven'in bu vasiyet-mektubu hiç yollamaması ve intihar düşüncesini kafasından atarak çalışmaya devam etmesidir. Vasiyetini yazdıktan sonra 25 sene daha yaşayan ve üretmeyi sürdüren Beethoven 1827 yılında vefat etmiştir. Vasiyeti ölümünün ardından bulunup yayınlanmıştır.
"Sevgili kardeşlerim Carl ve Johann Beethoven'e
Ey sizler ki beni içi zehir dolu, hınç dolu bir adam sanıyorsunuz, insandan kaçar bir yaratık sayıyorsunuz, bilseniz bana ne büyük haksızlık ediyorsunuz! Bana bu can sıkıcı, kötü gürünüşü veren gizli nedenleri bilmiyorsunuz.
Çocukluğumun en tatlı yıllarından beri kalbim, ruhum beni iyi duygulara doğru yöneltmiştir; ben daima büyük, yüce işler görmek isteğiyle yanıp tutuşmuşumdur. Düşünün ki, altı yıldan beri çaresiz bir hastalığa tutulmuş bulunuyorum. Hastalığım hekimlerin bilgisizliği yüzünden büsbütün ağırlaştı. Yıllar geçtikçe umutlarımın birer birer suya düştüğünü gördüm. Hastalığımı gidermek, hatta hafifletmek şöyle dursun, her gün biraz daha arttığını, umutsuz bir sakatlık haline geldiğini görüyorum. İyi edilebilecek olsa bile, bu iş en aşağı yıllar alacak.
Ateşli bir ruhla, duygulu bir yaradılışla dünyaya gelmişim; toplumla sıkı ilişkiler kurmak üzere yaratılmışım. Öyleyken, ne yazık ki genç yaşta bir köşeye çekilmek, hayatımı yalnızlık, sessizlik içinde geçirmek zorunda kalmış bulunuyorum.
Bir ara, içinde bulunduğum durumun yarattığı zorluklara karşı savaşmak istedim. Ne çare ki bu güç işte gene sakatlığımdan ileri gelen engellerle karşılaştım. Öyleyken, gene de kimseye: "Daha yüksek sesle konuşun, ben sağırım!" diyemedim. Herkesten çok bende kusursuz olması gereken bir duyudan yoksun olduğumu nasıl açıkça söyleyebilirdim... Ben ki vaktiyle pek az sanatkâra nasip olan ince, derin, üstün bir işitme duyum olmasıyla övünürdüm! Hayır, hayır, yapamazdım bunu! Onun için bir köşeye çekildimse bağışlayın beni. Ben de isterdim aranıza katılıp zevkle yaşamayı. İki bakımdan acı çekiyorum: Biri yalnızlık içinde yaşamaktan; bir de bu davranışımın kötüye yorumlandığını görmekten. Bu zavallı artık insanlar arasına karışamaz, onların konuşmalarına, eğlencelerine katılamaz. Tek başına yaşayacaktır, hep tek başına! Bir ihtiyacın baskısı olmadıkça, çekidiğim kuytu köşeden dışarı çıkmıyorum, hayatımı bir mahkûm gibi yalnızlık içinde geçiriyorum. Tesadüfen kalabalık arasına düşecek olursam, sağırlığımın sırlarını açığa vuracağım korkusuyla ecel terleri döküyorum.
Bilgin doktorumun tavsiyesi üzerine altı aydır kırlık bir yerdeyim. Doktorum bana kulaklarımı yormamamı söylemişti. Onun bu emri, benim içinde bulunduğum ruh haline çok iyi uyuyordu.
Öyleyken, gene de içimde doğuştan bulunan duyguya, toplumdan zevk alma duygusuna uyarak, bu kararımdan ayrıldığım oldu. Her seferinde de nasıl pişman oldum! Mesela, başkalarının iyice işttikleri bir kaval sesini, çoban türküsünü ben duymuyordum. Bu ne öldürücü bir üzüntü, ne cesaret kırıcı bir umutsuzluktur benim için!
Bu gibi olaylar beni derin bir karamsarlığa gömüyordu. Az daha, canıma kıyacaktım. Bu ölüm uçurumuna yuvarlanmaktan beni ancak sanat aşkım kurtardı. Üzerime verilmiş olan görevi yerine getirmeden bu dünyadan ayrılmak bana bir cinayet gibi göründü. Bu acıklı hayata işte ancak böyle tutulunabiliyordum.
Evet çok acıklı, çok acınacak bir hayat! Öyle de duygulu bir yaradılışım var ki, şimdi sakin bir ruh hali içinde bulunurken, bir dakika sonra birden pek perişan bir hâle düşüyorum. Sabır... Bana kalan tek güç kaynağı işte ancak bu. Sabrediyorum, umarım ki o acımasız ölüm lütfedip de günlerimin ipini kesinceye dek sabredeceğim. Durumum belki düzelecek, belki de düzelmeyecek; ne önemi var! Bir kere kadere boyun eğmişim artık. Yalnız, yirmi sekiz yaşında bir adamın böyle feylosofça bir boş vermeye sığınması kolay iş değil, hele bir sanatkâr için.
Ey Tanrım! Yükseklerden ta ruhumun derinliklerine dek görüyorsun; kalbimi biliyorsun. Bu kalbin de, ancak insan sevgisiyle, iyilik isteğiyle yaşyabileceğini de biliyorsun, değil mi?
Ey sizler, bir gün bu satırları okuyacak olanlar, siz de beni haksız yere suçlamış olduğunuzu göreceksiniz. O gün bu yapraklar benim gibi bir başka zavallının eline geçecek olursa, Doğa'nın karşıma diktiği bütün engellere, acımasızlıklara rağmen, üstün ruhlar, seçme sanatkârlar sırasına yükselebilmek için benim harcadığım çabayı görür de belki avunursunuz.
İki kardeşim, size gelince; ben ölür ölmez Dr. Schmidt'e rica edin - benden önce ölmediyse - hastalığımı anlatsın size. Bu yazdıklarımla birlikte, onun anlatacaklarını da yayınlayın. Bunları okuyunca, belki dünya o anda mezarda olan suçsuzu bağışlar.
Öte yandan, burada açıkça bildiriyorum: Bıraktığım küçük servet sizin olacak, elimde bulunanlara servet denirse. Bu önemsiz şeyleri aranızda eşitçe paylaşın, aranızda anlaşmaya bakın, birbirinize yardım edin.
Bana gelince; bana verdiğiniz bütün sıkıntıları ben size çoktan bağışladım, bunu biliyorsunuz. Karl'ın son zamanlarda bana karşı gösterdiği sevgiyi unutmayacağım. Sizler için tek dileğim hayatınızın benimkinden daha mutlu olmasıdır. Çocuklarınıza dürüst olmayı öğretin; mutluluğu yaratan, para değil, dürüstlüktür. Bunu kendimde denediğim için söylüyorum. Düştüğüm perişan hâli, çektiğim acıları hep bu hafifletmiştir. Canıma kıymayı düşündüğüm zamanlar beni bundan hep, sanat aşkıyla birlikte, bu dürüstlük aşkı alıkoymuştur. Mutlu olun, birbirinizi sevin, bütün dostlarıma şükranlarımı bildirin, özellikle Prens Lichnowsky ile Prof. Schmidt'e. Prens'in bana hediye ettiği çalgıları ikinizden biri saklasın. Sakın bunlar aranızda kavga konusu olmasın. Sıkıntıya düşerseniz satın. Mezardan da size bir yardımım dokunursa çok sevinirim.
Şimdi hazırım artık. Kaderin bana karşı böylesine sert davranmış olmasına rağmen, ölüme doğru seve seve uçabilirim. Yalnız, isterim ki ölüm bütün sanat yeteneğim kendini tam gücüyle göstermeden önce gelmesin. Gene de, ne zaman gelirse gelsin, sevinçle karşılayacağım; çünkü beni umutsuz bir acıdan kurtaracak. Evet, ne zaman istersen gel, ey ölüm! Korkusuzca bekliyorum seni.
Allahaısmarladık! Beni unutmayın. Bu dünyadan çekilip gittikten sonra ara sıra beni hatırlayın, düşünün; çünkü ben bütün ömrümce sizleri mutlu kılmanın yollarını aradım. Mutlu olun!"
Heiligenstadt, 6 Ekim 1802