Emine Işınsu'yu 5 Mayıs 2021 günü kaybettik. Türk edebiyatı açısından ağır bir kayıp oldu. Tabii bizler için de öyle...
"Bizler" yani Türkçe okuyan, Türkçe yazan ve Türkçe düşünenler! Emine Işınsu bizlere çok şey öğretti. Birden fazla neslin edebî zevkinin oluşmasında yadsınamayacak derecede katkı sahibiydi. Yaşantısıyla örnekti, çalışma temposuyla ve azmiyle bizlerin de yürüyeceği yolu genişletti.
Işınsu Hanım'ı nasıl anmak gerektiğini düşünürken, yine kendisinin çıkardığı Töre Dergisi geldi aklıma. Ve bir de Işınsu'nun edebî değerinin ne kadar örselendiği ve görmezden gelindiği...
Benim nazarımda en güzel veda, bir edebiyatçının diğeri hakkında yazdıklarıdır. Töre Dergisi'nin tozlu sayfalarında tam da bu ihtiyaca cevap veren bir yazı buldum: Işınsu İçin. Yazarı ise Tarık Buğra.
Emine Işınsu Hanım'a Allah'tan rahmet, Türkçenin zevkine varmış cümle okuyucuya (tabii ki en başta eşi İskender Öksüz Hoca'ya) baş sağlığı diliyorum.
Tarık Buğra'nın "Işınsu İçin" yazısını, Töre Dergisi'nin Aralık 1982 tarihli 139. Sayısından aynen iktibas ediyorum:
"Orhan Kemal’lerin, Yaşar Kemal’lerin bana bir şey söylemediği, vızıltı geldiği, yani, hâlâ süren sanat anlayışıma sımsıkı bağlandığım yıllardı: Bir kesimin putlaştırmaya çabaladığı gerçek’ten ve gerçekçilik’ten tiksinirdim. Bütün gerçekleriyle insan’ın ve Dünya’nın, sanatı sanat yapan yorumlama gücünde, sanatçının çalışma odasında olduğuna inanıyordum. Coğrafya Dersi’ni bunu anlatmak için yazmıştım. Saygım, sadece, kendilerine has ve kendilerine bağlı bir gerçek, bir dünya kurabilmek için çalışan sanatçılara idi. Karşılaştığım yeni isimlere bu anlayışla bakıyordum.
Küçük Dünya.. Bir Yürek Satıldı.. Işınsu, benim yazarlar listeme bu anlayışa göre girmiştir:
İnsan’ı insan’ın insan’la ve toplumla ilişkilerini kavrama, yorumlama yeteneği, bir başka deyişle de, üslub vardı o eserlerde. O eserler sınıflandırılamayan bir grup içinde ele alınamayan hakiki bir sanatçıdan, tek olabilme gücünden haber getiriyordu.
Tanıma ve tanışma merakım yoktur; yazara yaklaştıkça eser’den uzaklaşma korkusunu duyarım. Birini kazanmak ötekinin tadını kaçırmak gibi gelir bana. Işınsu’yu, Galip Erdem’in götürdüğü evinde, bir akşam yemeğinde, 1965’de -onun anlattığına göre-
Ayakta Durmak İstiyorum’un kendini beğenmiş, burnu büyük yazarı olarak tanıdım:
Açık sözlü, sıcak, canlı, nüktedan, güzel sofra hazırlayan, kendisini perdeleyip konuklarını öne çıkarmasını bilen bir ev sahibi!
O gece beni üzen bir yönünü de görmüştüm: Politika ile fazlaca ilgileniyordu, Belki de çevrenin yüzündendir diye düşünmüştüm: ama pek değilmiş. Sonra sonra gördüm bunu. Bir başka şeyi de gördüm: Onu politika’ya tam bir tutku olan ülke ve millet sevgisi çekiyordu.
İlişkimiz o geceden sonra rastlantılara kaldı ve bu rastlantıların ilki de -yanılmıyorsam- Antalya Film Festivali’ndeki jüri üyeliğimizde oldu. O, on günlük Konyaaltı beraberliğinde de arkadaşlık belirtilerinin doğduğunu söyleyemem. Sanırım noksan bende, benim sosyal yapımda idi.
Sonra Bayramoğlu’ndaki B.İ.K. Tatil Köyü’ndeki on beş günler geldi. Bunlar, aynı zamanda, TÖRE dönemi idi. Ve artık aziz dostum Murathan ile, kafasını da, karakterini de gerçekten değerli bulduğum, İskender Öksüz de vardı:
Murathan, Elif ve Yağmur’dan sonraki -o zaman bir yaşında- çocuğu, İskender de, romancılığımı umursamayan eşi idi. Ve Işınsu, onların sayesinde, artık benim yalnız meslektaşım değil, arkadaşımdı, bacımdı. Işınsu bu hikâyeyi, TÖRE’de o kadar güzel anlattı ki, eklenecek bir şey bulamıyorum. O dönem için ancak şunları söyleyebilirim:
Üç çocuğa -kelimenin tam hakkıyla- annelik, gene kelimenin bütün gücüyle, noksansız bir eşlik ve TÖRE.. ve beyinde ve yürekte Azap Toprakları, Ak Topraklar, Tutsak, Çiçekler Büyür, Sancı’ları!
Bunlardan eleştirmeciler, araştırmacılar söz etsin. Bana gelince, ben, o gün, bu gün hep bunu düşünür, Işınsu’ya daha bir başka saygı duyarım. Bir de, benim için hazırlattığı TÖRE özel sayısı ile bu sayıdaki yazısı var ki, yaşadığım sürece -ödeyemeyeceğim- bir teşekkür borcu olarak gönlümde kalacaktır. O sayıyı ben, asıl önemlisi, sanatçılığının, dergiciliğinin, daha daha da, gönül ve kafa arınmışlığının, herkesçe değerlendirilmesi gereken bir belirtisi sayarım.
Bu yaz, Ankara’da, arkadaşımız Yaşar Güngör’ün ve sayıp sevdiğimiz eşinin davetindeki son buluşmamızda, Işınsu, kızı Elif’in nişanlısının evinde kendisine çay ikram edişini, bir duygu patlaması ile öyle bir anlattı ki, annelik bir yana, benzeri bir sanatçının hiç de fazla olamayacağını düşünmeden yapamamıştım.
Işınsu -ve Öksüz’ler- şimdi bizden çok uzakta, gurbette.
Ama bizden olan ve bizimle kalacak, bizden sonralara kalacak değerli bir şeyler var. Biliyorum bunu."