![]() |
Alman ressam Philipp von Foltz'un çizgileriyle "Perikles'in Cenaze Söylevi". (1852) |
Atina ve Sparta arasında yaşanan Peloponez Savaşı’nın birinci yılındayız. (M.Ö. 430) Atina geleneklerine uygun olarak; savaşta hayatını kaybedenlerin anısına tören düzenleniyor ve şehrin hatiplerinden en fazla saygı duyulanının bir konuşma yapması gerekiyor. Bu törende konuşacak kişi, Atina demokrasisinin “birinci vatandaşı” Perikles, yavaş ve kendinden emin adımlarla kürsüye geliyor. Ve Thukydides’in “Peleponnessos Savaşları” eseri sayesinde tarihe geçecek şu konuşmayı yapıyor:
“Şimdiye kadar burada söz söylemiş
olanların çoğu gömme töreni geleneğine bir söylev katanı överler, savaşta
ölenlerin anılışı için böyle bir söz söylemenin ne kadar güzel bir şey olduğunu
anlatırlardı. Ben ise yiğit erler olduklarına başardıkları işlerle herkesi
inandıranlara; bu gömme töreni için yapıldığını gördüğümüz hazırlıklar gibi
gene işle saygılarımızı göstermenin yeteceğini, birçok kimselerin
yiğitliklerinin anlatılması işinin iyi yahut kötü konuşabilecek olan bir tek
kişinin elinde bırakılmasının tehlikeli olduğunu düşünüyordum. Çünkü sözlerinin
doğruluğuna başkalarını iyice inandırmanın güç olduğu yerde uygun, ölçülü söz
söylemek güçleşir. Olan biteni bilen ve beğenen bir dinleyicinin şunu veya
bunu, beklediği yahut bildiği kadar güçlü söylenmemiş bulması pek olağandır.
Öbür yandan işi iyice bilmeyen bir dinleyici, kendi gücünün yetmediği bir şey
işitirse kıskançlığından bazı şeylerin abartılarak anlatıldığını söyler. Zira insanlar başkaları için söylenen
övmelere, duydukları şeyleri kendilerinin de yapabileceklerini sandıkları yere
kadar dayanırlar. Kendilerinin varabilecekleri yeri aşan övme karşısında
kıskançlık hemen kendini gösterir de inanmazlar. Bizden
öncekiler böyle olmasını istediklerinden ben de bu yasaya uyarak hepinizin
istedikleri ve düşündüklerine uygun sözler bulmaya çalışacağım.
Sözlerime atalarımızdan başlayacağım;
çünkü böyle bir fırsatta onları anarak saygı göstermemiz doğru ve güzeldir. Bu
yurtta hep bir soydan gelenler oturmuşlar, onu her kuşak yavuzluğuyla
kölelikten koruyarak kendinden sonra gelene bırakmış. Bu yüzden onlar övülmeyi
hak etmişlerdir. Fakat asıl övülecek olanlar babalarımızdır; kendilerine
bırakılanlara büyük zorluklarla kazandıklarını da ekleyerek bugünkü büyük
egemenlik alanımızı bizim elimize verdiler. Devletin daha çok güçlenmesini
bugün tam olgun yaşta bulunan bizler başardık, şehrimizi her şeyle donatarak
onu hem savaşta, hem barışta bütün bütün kendine yeter kıldık. Bütün bu
faydaları bize kazandıran savaş başarılarını, Helen yahut yabancı düşmanların
saldırmasına karşı babalarımızın yahut kendimizin cesaretle yurdu nasıl koruduğumuzu
uzun uzadıya anlatmayıp geçeceğim. Bunlar hepimizin çok iyi bildiğimiz
şeylerdir. Ne gibi hedeflere doğru yürüyerek bu kadar yükseldiğimizi, hangi
devlet ilkeleri, hangi düşünüş ve yaşayış biçimleri yüzünden arttığını
gösterdikten sonra ölülerimizi öveceğim. Bunların bu yere ve bu zamana
uyduğunu, işitilmelerinin yerli yabancı bütün bulunanlar için yararlı olacağını
sanıyorum.
Başka ulusların
yasalarına bakarak kurulmamış olan bir idare şeklimiz var; başkalarını taklit
etmek şöyle dursun, biz kendimiz başkalarına örnek oluyoruz. İdare şeklimizin
adı demokratia’dır. Bu ad ona birkaç
kişiye değil, bütün yurttaşlara dayandığı için verilmiştir. Yasalarımız kişisel
işlerde herkese aynı hakkı veriyor; devlet işlerinde herkesin alabileceği yer
şu veya bu soydan oluşuna değil, gösterdiği yüksek yetenekle kazandığı üne
göredir. Yurda iyiliği dokunabilecek bir yurttaşın şerefli bir yer kazanmasına
da fakirliği, alçak bir sınıftan oluşu engel değildir. Devlet işlerinde çok
serbest düşünüyoruz. Bu serbest düşünüşü günlük uğraşlarımızda da gösteriyor,
birbirimizi tenkit için gözetlemiyoruz. Birisi bir kere gönlünün dilediği gibi
işlemişse ona kızmadığımız gibi başkalarını cezalandırmayan, fakat can sıkan
somurtkan bir yüz de takınmıyoruz. Özel yaşayışımızda hepimiz dilediğimizi
işlediğimiz halde bütün yurttaşları ilgilendiren işlerde kötü bir şey yapmak
korkusuyla çok sıkı davranıyor, baştakilerin, yasaların, bilhassa haksızlığa
uğrayanları korumak için konulmuş olan, yazılı olmadıkları halde onları
ayakları altına alanlara herkesin pek doğru ve yerinde bulduğu kötü bir ad
kazandıran yasaların buyruklarından dışarı çıkmaktan çok çekiniyoruz.
Biz ruhumuzu yorgunluklardan
dinlendirmek için de pek çok imkânlar bulduk. Bütün yıl birbirini kovalayan
vakti belli idman bayramlarımız, kurban âyinlerimiz, çok güzel döşenmiş
evlerimiz var; bunların her gün bize verdiği eğlence ve sevinç karşısında can
sıkıntısı, keder tutunamıyor. Şehrimiz büyük bir merkez olduğundan her yandan
her şeyi buraya çekiyoruz; biz yurdumuzun mallarından olduğu kadar yabancı
ülkelerin yetiştirdiklerinden de kendimizinkiler gibi faydalanıyoruz.
Savaş işlerindeki tedbirlerimizin
esaslarında da şu noktalarda düşmanlarımızdan ayrılıyoruz: şehrimizi herkes için açık tutuyoruz; düşmanlarımızdan
biri gizlenmemiş bir şeyi görür de faydalanır korkusuyla görmesine, öğrenmesine
engel olmak için hiçbir yabancıyı hiç bir zaman şehrimizden kovmuş değiliz. Biz
en büyük yardımı düşmanı şaşırtmak için yapılan hazırlıklar, tertiplerden
değil, dövüşmeye karşı gönüllü ve hazır oluşumuzdan bekliyoruz. Gençlik
eğitiminde onların hedefi ağır meşakkatli bir yaşayış ile daha çocuk iken bir
erkek gibi olmaktır. Bize gelince rahat, başıboş yaşadığımız halde
kendimizinkine denk düşman güçlerine karşı yürümekte onlardan hiç de geri
kalmıyoruz, işte kanıtı: Lakedamonialılar yalnız başlarına değil, bütün
birleşik güçleriyle topraklarımıza giriyorlar. Bizse başkalarına saldırarak
bizim için yabancı bir toprakta, kendi yurtlarını koruyanlarla dövüşüp onları
çok kere kolayca yeniyoruz. Bizim bütün savaş gücümüzle düşmanlarımızdan
hiçbiri daha karşı karşıya kalmadı. Çünkü biz aynı zamanda bir yandan bir
donanma hazır tutuyor, öte yandan kendi askerlerimizden bir takımını birçok
yerlere yollayıp dağıtıyoruz. Böyle olduğunu bildikleri halde Lakedamonialılar
güçlerimizin bir takımı ile çarpışıp bizimkilerden birkaçını yenerlerse bütün
güçlerimizi kovaladıklarını söyleyerek övünüyorlar; yenilince de bütün ordumuz
karşısında bozguna uğradıklarını anlatıyorlar. Zahmetlere, meşakkatlere dayanmaya
çalışmıyor, kayıtsız, rahat yaşayarak düzen ve kurallardan daha çok ruhumuza,
karakterimize uyarak savaşta yüksek cesaret göstermek istiyorsak, bunun bize
ilerdeki zorluklar, meşakkatler için daha önceden zahmet çekip yorulmamak gibi
bir faydası oluyor. Güçlüklerle karşılaşınca da durmadan dinlenmeden
kendilerini sıkan, zorlayanlardan yüreklilikte daha geri kalmıyoruz.
Bu ve daha başka hususlarda Atina
hayranlığa değer. İsrafa kaçmadan
güzel şeyi, gevşeklik vermeyecek derecede bilgiyle uğraşmayı seviyoruz.
Zenginliği gürültülü sözlerle öğünmek için değil, bir iş başarabilmek için bir
fırsat biliyoruz. Atina’da bir kimse için fakirlikten kurtulmaya çalışmamak
utandırıcıdır. Bizde aynı adamlar hem kendi işlerine hem de devlet işlerine
bakarlar; bu, şu, öteki başka bir işle uğraştığı halde bütün yurttaşları
ilgilendiren meselelerdeki bilgi ve anlayışları kıt değildir. Yalnız biz
Atinalılar devlet işlerine karışmayanlara kendi işi gücü ile uğraşan sessiz bir
yurttaş değil, hiç bir işe yaramayan biri gözüyle bakıyoruz. Sözlerin
işler için zararlı olmadığını, yapılması gereken işlere girişmeden önce iyice
bilmemenin çok kötü olduğunu sandığımızdan yapılacak şeyleri düşünüp
taşındıktan sonra bir karara bağlıyoruz. Cesaretle bir işe atılmak,
girişeceğimiz işi en ufak yerlerine kadar düşünmekte de başkalarından
üstünüz. Öte yandan
başkalarına anlayışsızlık delice bir cesaret, her şeyi enine boyuna düşünüp
hesaplama ise korkaklık verir. Neyin hoş neyin zahmetli
olduğunu iyice tanıdıkları halde tehlikeler karşısında yılarak geri
çekilmeyenlerin çok sağlam ruhlu kimseler olduğuna inanmak pek doğru olur.
İyilik etmekten
anladığımız da birçoklarınınkinden büsbütün başkadır. İyilik görerek değil,
iyilik ederek dost kazanıyoruz. İyilik edenin durumu daha sağlamdır. Çünkü yaptığı
iyilik, iyilik ettiği kimseyi sevgi ile karşılığını yapmaya borçlu kılmaktadır.
Yapacağı iyiliğin bir sevgi eseri değil, ödenen bir borç yerine geçeceğini
bildiğinden teşekküre borçlu olan sallantıdadır. Yalnız biz sağlayacağımız
yararı göz önünde tutarak değil, fikir ve ruh asilliğimizin bir kanıtı olarak
hiç korkmadan başkalarına iyilik ediyoruz.
Kısaca söylersem, Atina şehri Helen
dünyasının bir okuludur. Burada bana yaşam uğraşlarının bütün biçimlerinde, hem
de incelikle birleşmiş büyük bir beceriklilikle herkes kendi kişiliğini, kendi
vücudunu her şeye gücü yetecek bir duruma koyuyor gibi geliyor. Bunların yalnız
bu an için söylenmiş gürültülü sözler değil, başarılan işlerle kanıtlanmış
gerçekler olduğunu, devletimizin anlatmış olduğum niteliklerimizle kazanılan
kudreti gösteriyor. Bugün ayakta duranlar arasında yalnız bizim devletimizin
gücünün söylenildiğinden, anlatıldığından pek daha büyük olduğu deneme ile
anlaşılıyor. Yalnız bizim devletimiz kendisine saldıran düşmanı böyle insanlara
nasıl yeniliyorum diye öfkelendirmediği gibi, idaresi altına girmiş olanların
da değersiz kimselerin ellerine düştüklerinden yanıp yakınmalarına sebep
olmuyor. Gücümüzü birçok tanıtlarla, tanıklarla ortaya koyduğumuz için şimdi
yaşamakta olanlar ve ileride yaşayacaklar bize karşı hayret ve takdir
duyacaklar. Bizim ne Homeros’a, ne de başka bir övücüye ihtiyacımız var.
Böylece bir övücü sözleriyle kısa bir zaman eğlendirir; fakat gerçek, onun
olguları değerlendirişini yıkar atar. Biz bütün denizleri ve karaları yürekliliğimize
yol vermeye zorladık; her yanda yenme yahut yenilmemizin hep duran anıtlarını
kurduk. Onu ellerinden kaptırmamayı en yüksek bir düşünce ile ödev bilerek
böyle bir şehir uğrunda bunlar dövüşüp can verdiler. Daha yaşayan bizlerden her
birimizin onun uğrunda her şeyi göze almak isteyeceği tabiidir.
Şehrimizden biraz uzunca konuşmamın
nedeni bizim savaşımızla bu söylediklerimizden hiçbiri kendilerinde
bulunmayanların savaşmasının bir olmadığını göstermekti. Bunu yaparken
ölülerimiz için söyleyeceğim övücü sözlerin temellerini kanıtlarla
sağlamlaştırmış oldum. Övücü sözlerimin büyük bir kısmını söylemiş bulunuyorum.
Çünkü şehri övmek için saydığım şeyler onu süsleyen bu ölülerimizin ve onlar
gibi yavuz erlerin güzel başarılarıdır. Bunlarınki gibi sözlerimizle işlerimiz
birbirine denktir diyebilecek pek az Helen vardır. Bunların ölümü gibi bir
ölümün bir erkeğin yavuzluğunun (ister bu yavuzluğu ilk defa olarak meydana
çıkarsın, ister sonuncu bir kere daha sağlamca göstersin) en büyük kanıtı
olduğu düşüncesindeyim. Bir kimse başka hususlarda kusur etmiş olsa da anayurdu
korumak için savaşta gösterdiği yürekliliğe üstün bir yer ayırmak gerekir.
Böyle bir kimse işlediği iyilikte önceki kötülüğünü temizleyerek yurda özel
işleriyle verdiği zarardan daha çok faydası olmuş demektir. Bu ölülerimizin
hiçbiri zenginliğinden ilerde de faydalanmayı her şeyden üstün tutarak
yürekliliğini yitirmediği gibi, fakirse de kaçarsam belki ilerde zengin olurum
umuduyla tehlikeden yakasını kurtarmaya çalışmadı. Düşmanları cezalandırmak
dileği bütün bunlardan çok daha güçlü idi. Bunu yapmak için kendilerini
tehlikeye atmayı çok şerefli bulduklarından her şeyi göze alarak düşmana
haddini bildirmeye ve anlatmış olduğum faydaları elde etmeye karar verdiler.
Geleceğin kendilerinden gizli tuttuğu başarıyı umuda bırakarak gözleri önünde
olan şey için güçlerine güvenmeyi doğru buldular. Yurtlarını korurken ölmeyi,
yerlerini bırakarak kaçıp canlarını kurtarmaktan daha şerefli saymakla korkak
denilmenin utancından kaçındılar. Onlar üstlerine düşen ödeve canla başla
katlandılar ve savaş talihinin birden işe karışması sonunda korku ile değil, en
yüksek ün ve şerefle hayattan ayrıldılar.
Bunlar böyle yavuz davranmakla
şehrimize yakışan erler olduklarını gösterdiler. Geri kalanlar savaşın kendileri
için daha az tehlikeli olmasını dilemekle birlikte düşmanlara karşı hiç
yılmayan bir yürekleri olmasını istemelidirler. Siz yurdu korumanın
iyiliklerini söylenecek kuru sözlerden öğrenecek değilsiniz. Pek iyi bildiğiniz
şeyler olduğu için birinin kalkıp bunları size uzun uzadıya anlatması gerekmez.
Siz şehrin eşsiz gücünü her günkü olan bitenlerde görüyor, onu içten
seviyorsunuz. Onun büyüklüğünü düşündükçe tehlike ne kadar korkunç olursa olsun
üstlerine düşen ödevi iyice tanır tanımaz işe atılmak yürekliliğini gösteren,
şeref duygusuyla davranan erlerin onu bu yüksekliğe ulaştırdıklarını, herhangi
bir denemede, başarısızlığa uğradıkları zaman şehri hemen kendi cesaretlerinden
mahrum bırakmayıp canla başla onu kurtarmaya çalışarak en büyük fedakârlıkta bulunduklarını
hatırlıyorsunuz. Bütünlüğün kurtuluşu için canlarını feda etmekle bunların her
biri kendisi için hiç ölmeyen bir ün, eşsiz bir mezar kazandı. Bu mezar onların
içinde yattıkları yer değil, kahramanlıktan söz açıldıkça, yavuz başarılar
görüldükçe, durmadan anılarak içinde saklanacakları yerdir. Yavuz insanların
gömüldüğü yer bütün topraklardır. Onların adını yalnız yurtlarındaki mezar taşı
yazıları bildirmez, yabancı illerde de yazısız anıları taş, tunç üzerinde değil
her insanın gönlünde, düşüncesinde yaşar durur. Siz şimdi onlar gibi olmaya
çalışın; özgürlüğün öz mutluluk, yürekli olmanın özgürlük demek olduğunu
düşünerek savaşın tehlikelerinden yılmayın. Yoksulluk içinde yaşayan, kendileri
için iyi bir yaşayışa kavuşmak ihtimali olmayan kimselerin, mutluluklarını
yitirerek bahtsızlığa düşmek tehlikesine uğrayacak, ayakları kayıp düşünce
eskisinden pek başka şartlar içinde yaşayacak olanlardan daha haklı olarak
canlarını tehlikeye atabilecekleri doğru değildir. Şeref duygusu olan bir insan
için korkak davranmadan doğacak alçalma, yüreklilikle yurdunun zaferini umarak
dövüşürken duyulmadan gelen ölümden pek daha acıdır.
Bunun için ölülerimizin burada bulunan
ana babalarına acıyacak değilim; onlara avutucu sözlerle cesaret vermeye
çalışacağım. Sizler doğduğunuzdan beri talihin ne kadar çeşitli aksiliklerine
uğradığınızı biliyorsunuz. Bahtlı olanlar burada yatanlar gibi şerefli bir
ölüme, sizler gibi şerefli bir acıya kavuşanlar, yaşamlarında mutluluklarını
nelere bağlamışlarsa onlar arasında ölenlerdir. Sizleri buna inandırmanın,
acılarınızı unutturmanın güç olduğunu biliyorum. Başkalarının bahtlarını
görerek önce sizi sevindirip gururlandıran mutluluğunuzu sık sık
hatırlayacaksınız. Tatmadığı, denemediği iyi şeylerden yoksun kılınması değil,
alıştığı yerin elinden alınması insana acı gelir.
Daha çocukları olacak yaşta bulunanlar
yeniden çocuğa kavuşmak umuduyla kendilerini avutmalıdırlar. Bu çocuklar her
ana babaya artık yaşamayanları unutturmakla kalmazlar, aynı zamanda onu ıssız
kalmaktan kurtarmak, devamını sağlamak gibi çift bakımdan şehre faydalı
olurlar. Çocuklarını yitirmek gibi bir tehlikeyle karşı karşıya bulunmayanlar
şehir için doğru ve tarafsız öğütlerde bulunamazlar. Kocamış olmaları kendileri
için böyle bir umuda yer bırakmayanlara gelince, sizler günlerinizin çoğunu
bahtlı olarak geçirmiş olmanızı kâr bilmeli, geri kalan zamanın kısalığını
düşünerek çocuklarınızın kazandıkları ünle acılarınızı yatıştırmalısınız. Çünkü
ölmeyen yalnız ündür, ihtiyarlığa, bazılarının dedikleri gibi kazanç değil,
sayılmak yakışır.
Artık hayatta olmayanı herkes över; ne
kadar yavuzluk gösterirseniz gösterin, sizi bunlara denk tutmayacaklar,
onlardan biraz aşağı olduğunuzu söyleyecekler. Hayatta olanlar rakiplerinin
kıskançlığıyla çarpışırlar, kimseye engel olmayanın ise kıskanmadan iyiliği
istenir, kendisine saygı gösterilir.
Dul kalan kadınlarımızın
yürekpekliğini de kısaca anmam gerekirse, bütün diyeceklerimi birkaç övücü söz
içine sığdıracağım. Siz kadınlar için en büyük ün, yaradılışınızın çizdiği
sınırlar içinde geride kalmamanız, iyi yahut kötü davranmanızdan dolayı
adınızın erkekler arasında mümkün olduğu kadar az anılmasıdır.
Ben geleneğe uyarak, yakışık aldığını
sandığım şeyleri söyledim. Ölülerimize karşı söylenmesi değil, yapılması
gerekenlere gelince: bir yandan törenle gömerek onlara saygı gösterdik, bir
yandan da şehir onların çocuklarına, masrafını yüklenerek yetişinceye kadar
bakmayı üzerine alacak ve onların geride bıraktıkları çocuklarına böyle bir
döğüş için gözle görülür, elle tutulur bir faydası olan bir zafer çelengi
ayıracak. Yüreklilik ve yiğitlikler için ortaya büyük ödüller koyan bir şehrin
yurttaşları da en yiğit erlerdir. Şimdi herkes kendine düşen yası bitirip evine
dönsün.”
(Çeviren: Suat Y.
Baydur)